Saturday, October 30, 2010

ZAMAN DEDİĞİMİZ NEDİR?

Tatilden döneli tam bir hafta oluyor bugün.Daha önceki yazılarımda da belirttim,allah bilir daha kaç kere karşınıza çıkacağını,bu zaman kavramı bence çok ilginç...Başınız ağrır(benim başım hiç ağrımaz,hep dalga geçerim,içinde beyin yok ki,ne ağrıyacak? diye)ilaç alırsınız o yirmi dakika geçmek bilmez,bir yere yetişiceksinizdir,beş dakikada giyinirim dersiniz, yarım saat geçmiş siz hala yarı çıplaksınız ,akşam bir yere ,ama sizin için çok önemli bir yere gideceksiniz bir türlü oyalanamazsınız akşam gelmek bilmez.Tam saatinize yakın,panik başlar daha pabuç giyilicek,çanta toparlanıcak,hangi palto ya da kaban giyilicek,acaba pelerin mi alsam!Bir de bakarsınız çok geç,randevuyu kaçırdınız.Bir günde yirmi dört saat var mı yok mu? Bir saat altmış dakika mı yoksa değil mi?Peki bir dakika da gerçekten altmış saniye mi var,ya saniye ona ne buyrulur,içinde altmış salise barındırabiliyor mu?Galiba zamanın duygularımızla çok sıkı fıkı ilişkisi var,keyifliysek,fırt diye geçiyor,üzgünsek biraz zor geçiyor,bir yerimiz ağrıyorsa bir türlü geçemiyor,ya çok üzgünsek,bir neden bizi kahretmişse,işte o zaman geçmek şöyle dursun sanki geri geri gidiyor...


Bakışlarınızda ki soruyu görebiliyorum,yazı ne,bu resimler ne alaka? Angora Beach'te son gün,kahvaltımı yaptım ve günlük turuma başladım,evler arasında ki yolların kaç kilometre olduğunu bilmiyorum ama cididi boyutta olduğunu bacaklarım söylüyor.Bu sefer,ağaçtı ççekti,hepsinin detaylarını çektim becerebildiğim kadar,zaman zaman siz de görürsünüz umuyorum.Tam dolaşırken Sibel cepten aradı,bahçe kapısının önüne balıkçı gelmiş,görmek ister miyim diye...Kaçırılır mı,geçen geldiğinde cicik yanımda değildi,fotoğraf çekememiştim,beş dakika sonra oradayım dedim.Bahçenin de kapıya uzak bir köşesindeydim,elimden geldiğince koşturdum,yinede yarım saati buldu galiba kapıya gelmem.Biraz fazla beklettim ama balıkçı amcamız çok şekerdi hiç surat asmadı bana,keşke herkes böyle güler yüzlü olsa...
Kasketli bey ve torunu(belki de oğlu)karşıda ki Hakimler ve Savcılar sitesinden ,Angoranın komşusu...Bizim ahçıbaşı balık alamamış,koca tatil köyü için bu balıklar çok azmış,biri yer biri bakar ,kıyamet ondan kopar olmasın diye düşündü herhalde...Bu iş bana yaradı,birde ahtapot vardı ama o torbaya kurulmuştu,fotoğraf çektirmek için uygun değildi...Bugün öğlen yemeği yerken bir yandan da yazı yazmak istedim,üç gündür ilk defa güzel bir güneş var,yemekten sonra,güneşi kaçırmadan yürüyüşe çıkmak istiyorum.Baksanıza saat iki buçuk, zaman nasıl su gibi aktı gitti.Alt tarafı iki satır yazı,başına oturduktan sonra yazması çok kolay,kelimeler peş peşe dökülüyor parmak uçlarından,ama bak yine de ne çok zaman geçmiş...Daha el yüz yıkanılacak,giyinilecek te yürüyüşe çıkılacak.Bu kadar felsefe yeter,hadi bana eyvallah,görüşmek üzere,küçüklerin ellerinden varsa büyüklerin gözlerinden öperim...

Monday, October 25, 2010

GÜNLÜĞÜMSÜLERDE SON NOKTA

Sabah,her zaman uyandığım saatte uyandım ama kalkamadım,bugün son gün sayılır,yarın akşam üstü İstanbula uçacağım...Yatakta birazcık tembellik yaptım,tülden sızan güneşle cilveleştim,evet sonunda kalktım.

O güzelim sarı çiçekleri ve ilk defa gördüğüm,bu mantarları es geçemedim...

Kahvaltıdan sonra Sibelciğimin bürosuna çıktım,konuştuk,gülüştük yarım saat kadar,o işinin başına,ben gezintime döndük...Yukardaki ve aşağıdaki fotoğraflardan belli oluyor,günümüze nasıl keyifli başladığımız,sizce de öyle değil mi?






Lassi her zamanki gibi kapıya yakın yerindeydi,gireni çıkanı ben görmeliyim der gibiydi...Bu sabah kangallarda her zamanki yerlerinin aksine,restoranla,resepsiyonun arasındaki ağaçlığın altına bağlanmışlardı.O güzeller sadece gece on ikiden sonra özgür olup,Angora da kuş uçurtmuyorlardı,çok akıllılar,çalışanları ve misafirleri tek tek tanıyorlar,yabancıyaysa tahammülleri yok,yeri göğü inletip,haber veriyorlar..
Akşam güneşin batmasına yakın,yine bir hoşluk yapıp,Urlaya gitmeye karar verdi Sibel,iki arkadaşınıda alıp kızlar ordusu olarak yola koyulduk,yolda ne kadar gülüp eylendiğimizi tahmin edersiniz...
Geçen sefer gittiğimiz Kosrakiye gittik yine, çünkü bu akşam Esin ve Semih 'in programı vardı,kaçıramazdık tabi ki...Birer kadeh rakı içtik,mezeler yine çok güzeldi,balıktı kalamardı derken ,patlıyasıya yedik...
Arkadaşlarımızın repertuarı çok zengin,eskiler yeniler,rumcalar,italyanca,ingilizce ne isterseniz,türküler ve klasik türk müziği de cabası...









Karşılıklı oturup,müzik rakı ve yemek keyfi yaptık dans edenleri seyrettik,alkışlamaktan avuçlarımızı patlattık,alkışımız azdı bile o kadar iyiydiler çünkü, Yeşil Nil gurubumuz...Ayrıca bir sürpriz de yaşadım...




Aşağıda görüldüğü gibi Kosrakinin sahibi çok kibar bir bey,beni dansa davet etti,uzun süredir böyle dans etmemiştim,laf aramızda bayıldım ve çok mutlu oldum...




Esinle Semih de insanı mutlu etmek için ,yaratılmış gibiler doğrusu...
İkisini de tanıdığım için çok memnunum...


O kadar keyifle çalıp söylüyorlar ve o kadar yürekten davranıyorlar ki muhteşemler...


Biliyorum bana çok güleceksiniz,gülün tabi ki yapabileceğim bir şey yok
Bu iki gök yüzü fotoğrafı Kosrakiye gelmeden önceydi,sıralarını şaşırmışım, onları koyup,bunlarında zamanı gelince silerim dedim.Fakat!Öncekileri yukarıya çekerken sildim ve bunları da ne yaptımsa silemedim... Böylece bu anlamsız yerde kalakaldılar...


Hiç değilse güneşin batışı ve bulutlar çok güzel,beni affedin bu şaşkınlığım için olur mu?

Gece geç vakit döndük,yine kahkahalar eşliğinde Angoraya ve yataklarımıza...Ertesi sabaha bırakmayıp bavulumu geceden hazırladım ilk defa, sabaha kalmasın,vaktimi güzel şeylere ayırabileyim diye,ben hep son dakikada yaparım genellikle ...
Hiç lobi yokmuş gibi davranmışım,son gün farkettim,hiç olmazsa bir köşesinden tanıtmak isterim size...Küçük bir kütüphanesi de var ve ayrıca bölgeyi tanıtan çeşitli dergiler,turistik broşürler de orta sehpalarının üzerinde yerlerini almışlar...Pencerelerinden bahçe ve ağaçlar,çiçekler görünüyorlar...


Kahvaltıdan sonra her günkü yürüyüşüme çıktım,yine cicikle başbaşa fotoğraflar çektik,çok fotoğraf birikti ,onları herhalde çeşitli albümler haline getirmem gerekecek...Yüzlerce çekiyorsun,bir kaç tane ,eh bu olabilir belki ,diyebiliyorsun ama sonuçta yine yığınla fotoğraf birikiyor...
Ben hiç birine kıyamadığım için silemiyorum da şimdilik...


Evlerin arasındaki bu yollardan,bu çiçeklerden ayrılmak o kadar zor ki...İstanbulda ki evimi kiralarken de bahçesi olsun,balkonu olsun,üst katlarda olsun,önüm açığımsı olsun diye tutturdum,istediğim gibi oldu evet,ama yine de böylesini görünce ne kdar yetersiz kalıyor anlatamam...Biliyorum benim ki aslında küstahlık,gençken bodrum da da oturdum,çatıda da hem de balkonu bile olmayan ama bu yaşta doyamıyorum ben çiçeklere,ağaçlara,kedilere,köpeklere,kurda kuşa...Hep içiçe olmak istiyorum...
Başka bir gün de size oturduğum evin baçesini tanıtırım...Baharı beklesem mi acaba, Erguvanlar açınca çekmeliyim fotoğrafları ya da hem şimdi,hem de baharda yapmalıyım tanıtımı...
Böylece iki yazı konusu da çıkar,bir taşla iki kuş...





Şu göletin ve ufacık olmasına rağmen insana keyif veren şu şelalenin güzelliğine bakın...Beni anlıyorsunuz değil mi buraları bırakmak ne kadar zor...




Benim için bir ilk daha, Angoranın bahçesindeki zeytin ağaçlarından,zeytin topladım,öğleden sonra...Çok güzel bir duygu tanrıların ağacından tanrıların meyvesini toplamak...





Anneciğin gidiş saati geldi,Sibelciğim götürecek beni hava alanına ama usulen burada Angora ya ve Sibele veda ediyorum...Dolu dolu yaşanmış on iki gün...Benim için çok kıymetli bu günler...Ah,unutmadan söylemeliyim,hani benim İstanbulda bir türlü çalamadığım ve burada gördüğüm mor çiçekli,sarmaşık ağaç vardı ya,Sibelciğim,bahçıvana rica etmiş,bana toprağa ekili olarak küçük bir dal hediye ettiler...Dünyayı verseler bu kadar sevinemezdim...Günlük gibi yazamadığım günlüğümsüm bitti...Benden bu kadar...Hepinizi çok seviyorum...




















Wednesday, October 20, 2010

BEŞİ ATLA ALTIYA GEL !

Pazar gezimize başlamak üzere toplanıyoruz.Yeşil Nil gurubunun iki müzisyeni,Esin ve Semih ,bey yada hanım demiyorum,ikisi de benden çok genç,artı arkadaş olduk,kısa sürede...İkiside çok tatlı...


Arabayı park ettik,daha içeriye giremeden,güvercinler el koydu,onları görmeden geçemezmişiz...


Gördüğünüz gibi,giriş çok sempatik,oyalanmayın,içeriye buyrun,neler var neler, diyor sanki bize...



Her yerde eski tahtalar,boncuklar,testi toprağından kap kacak,çiçek, ağaç,kabartma,heykeller,heykelimsiler...Bol miktarda ,çılgıncasına yayılmış vaziyette...Öyle iki saatte değil,günlerce gezilse yine de ay şunu ve şunları görmemiştim denebilecek konumda bir mekan...



Birde hemen her cins kuş ,kedi,köpek,paçalı tavuk,paçalı horoz,tavuslar ve diğerleri...


Ya o boncuklar,yollarda taşların arasında,testilerin üstünde,kabartmalarda,çiçeklerde,hiç kimseye,hiç bir şeye nazar deymez,deyemez,nazarın ödü patlar,haksızmıyım sizce...













Nereye bakacağımı tamamen şaşırmış vaziyetteyim,hediyelik bir şeyler almak istedim,bu kadar çok olunca,inanın seçemedim.





Şu bıcırıkların güzelliğine bakın,o kadar tatlılar ki...Bütün mekan onların,özgürce dolaşıyorlar,istedikleri her yerde...



Böyle bir yerde demli güzel çaylar içilmez mi?Bittabi ki içilir,bizler de gitmeden evvel çaylarımızı içip,sohbet ediyoruz...
Boncuk ustası,yerine gelince,ona uğramadan yapamadık.O ufacık yerde bir ocak var onun başında taşları ısıtıp,şekil veriyor,renkli taşları yanyana getirip,harikalar yaratıyor.Elindeki palaz zayıf doğmuş,büyükleri yaşamasın böyle diyip,öldürmeye çalışmışlar,ellerinden zor kurtarmış ustamız...Yoluk yoluk ama yaşıyor,ustanın bebeği gibi o iş yaparken kucağında sıcacık oturuyormuş...Şanslı da diyebilirsiniz,yaşadıklarından sonra şanssızda ...Bakış açısına bağlı galiba...


Artık kullanılmayan bir arabanın tekerlek aksamı,tavus kuşlarının ,paçalı tavukların,güvercinlerin dekoru olmuş...


Çıkışta kurumuş dallardan isabetli bir seçimle yapılmış,kadın heykeli bizi uğurladı,bunu saymayız gene gelin,şimdi güle güle gidin, dedi...



Biz de yola koyulduk,hava kapalıydı,benim beyaz bulutlarım çoğalmıştı,gezimiz daha bitmemişti...Eh bugün pazar tadını çıkartmak lazım...




Bizde Urlaya gittik,Balıkçı barınağının orada Kos Raki diye bir meyhanede oturduk.








Gördüğünüz gibi manzaramız çok güzel,birer kadeh rakıyla,mis gibi kızarmış hamsi yenmez mi şimdi?Biz yedik,parmaklarımızı da birlikte yedik...



Birde çok tatlı misafirimiz vardı,kibar kibar bekledi,biz ona hamsi verelim diye,biz de onu kırmadık,hamsimizden ona da pay çıkardık...



Sonrada güneş batmak üzere,hazırlık yapıp gök yüzünü ve bulutları bin bir renge boyarken yola düzüldük...Eeeee evli evine,köylü köyüne,evi olmayan sıçan deliğine...






























Monday, October 18, 2010

DÖRDÜNCÜ GÜN (çooook sonra)

Öğleden sonra(yine böyle başladım,çünkü her zaman öğlen yemeğinden sonra Angoranın dışına çıkıyoruz)Ürkmezin yakınlarındaki bir çiftliği gezdik.Girişte yeni ekilmiş bebecik bir begonvil gördüm,ne özelliği var diyebilirsiniz,benden size izin...Minicik begonvilde pıtrak gibi çiçek açmıştı,hem de sezon sonunda...


Hemen girişte birbirinden güzel ve görkemli bekçiler,yandaki evde bembeyaz bir keçi kardeş,aslında hayvanat bahçesindekiler gibi demir parmaklıklar vardı ama,ben oralara EV demeyi seçtim...

Keçi kardeşin kapısı açıkmış,bizi görünce dışarı çıkıp,bir merhaba dedi.


Çayırlığa doğru giderken bir midilli ve çok şeker iki at gördüm. Cicik Sibelciğimdeydi,fırsatı hiç kaçırmadı,acilen beni görüntüledi...
Benden kaçar mı,tabiki kaçmaz,netice aşağıda...

Aşağıda çiftlik evinin görünüşü,benim cicikle ve amatör bile olamayan çekimlerimle yine de ne güzel bir yer olduğu belli, değil mi?


Burası su kuşları için yapılmış bir mekan,ya da bana öyle geldi,bastonum yanımda yorgun gezginler gibiyim...İnanmayın,gezdikçe daha dinç, daha keyifli ve daha genç hissediyorum kendimi...

Aynı havuz başka bir açıdan,sanki birazdan bir fok çıkıp gelivericek gibi...

Ağacı kesmeyip,etrafına mini bar yapılmış,ben çok beyendim,siz ne dersiniz bu işe?

Çiftliği gezdiren arkadaş sayesinde,ikimiz birlikteyiz,yanımızda iyi bir dost...Bu işe cicikte çok sevindi,ya beni çekiyor,Sibelin elinde ya da Sibeli çekiyor benim elimde...

Ördek kardeşlerin havuzu,keçi kaçtı bir ara havuzun etrafında dört döndü,kimse yakalayamadı,görülecek şeydi,kahkahalarla seyrettik.Arkadaşımız kan ter içinde kaldı...Sonuçta havuzun başından ayrılabildi...


Beyaz filimiz ne güzel ,tıpkı romandaki çocukluğumuzun beyaz fili...Çok mutlu oldum onu görünce,hiç aklıma gelmezdi,bir fil heykelinin beni bu denli mutlu kılacağı...


Bu ve aşağıdaki fotoğraf,geçen sene yanan orman arazisi,yol kenarına yeni dikim yapmamışlar,her yerde tabelalar var,ibret olsun diyeymiş...Yeni ağaçlar dikilmiş ama hepsi daha bebecik,yıllar yıllar geçicek ki eski görkemli ormanlar olabilsinler...
Buraları gördükçe içim acıdı,hele bir de bazı yerlere, dağa taşa beton siteler yapmışlar,yazlık adı altında...İnanın acımak çok az kalıyor,içimiz parçalanıyor adeta...Yapanlar bunu nasıl algılamıyor ya da tınlamıyor,anlamam imkansız...


Akşamüstü Selçuğa gittik.Limandan ve çevresinden fotoğraflar çektik,
kalesini gezdik,kale içine girmedik,başka bir güne bıraktık.



Selçuğun girişi sayılabilir,önümüzde balıkçı barınağı...Sağımızda Selçuk kalesi...






Burcun önündeyim,birazdan içeriye gireceğim.


Sibel de burcun tepesine çıktı,ben ciyak ciyak,dikkatli ol,yeter artık in hadi insene...Oradan kale içini ve beni çekti cicikle...


Bu fotoğraf da benden,orda oturulup,çekirdek yenmiş,afedersiniz çitlenmiş,bu tarif sanki daha yerinde oldu galiba...Bir de küçümencik ağacımız var,iki arada bir derede büyümeye çalışıyor...



Burca çıkan merdiven başında bir meraklı nene,merdiveni göze alamıyor ama bakmadan da edemiyor...


Balıkçı barınağına iyi akşamlar diyip,yola koyuluyoruz,güneşi batırmaya Teosa gidiyoruz,Altmışlı,yetmişli yıllardan beri görmediğim yerlere gidiyoruz hep...Sibelim olmasaydı kimbilir ne zaman ve nasıl görebilirdim?


Yavaş yavaş güneş gidiyor,biz gidiyoruz.

Veeee Teos...Güneşin önünde belli belirsiz bir silüet,mutlu ve keyifli bir nenecik...



Buradaki ağaçlar ve çay bahçesi,bizim Büyük Adaya çok benziyor...Bu saatte burada olmak,muhteşem..


Bu fotoğrafı bilemedim,barınaktan desem,güneş bu konumda değildi,çay bahçesinde başka bir açıdan diyorum(pek içime sinmedi ama)eh öyle olsun bari...


Güzel güzel çaylarımızı içip Ürkmeze Angora beach'imize döndük...İstanbula dönünceye kadar daha bir çok güzel gün ve fotoğraf bizi bekliyor,görüşmek üzere...