Thursday, March 24, 2011

ARNAVUTKÖY VE TAKSİM (NE ALAKA)

Cuma günü Arnavutköydeydim,sahilde eski ufak bir apartmanın üçüncü katında...Genç bir arkadaş evden gelip aldı,güzel bir yolculuk yaptık ve buraya geldik,minare merdiveni benzeri bir merdiven beni bekliyordu...Merdiven sevmem,dönenleri hiç sevmem...Ama...Bazı merdivenler vardır ki çıktığınız zaman,yorgunluğunuza değer,hem de nasıl değer...Bir kere manzara dehşetli güzeldi,tadını çıkartarak oturup hem seyrettim,hem biraz bekledim...Neyi mi?Bir önceki sahnenin çekimini...


Evet,film çekimi için oradaydım,başka bir haber beklemeyin benden,ne zaman havdisler gelmeye başlar,o zaman açıklarım,daha önce olmaz...
İçerden dışarıyı çekmeyi sevdiğimi biliyorsunuz,soldaki üstü bol 'aç kapa 'lı direk zannedersem set ışıkçılarının aletlerinin bir parçası...Kocam da tiyatro elektrikçisi oduğu halde,ben bu işlerden hiç anlamıyorum...Belki de oyunculuktan öte bir köyüm yok benim...


Sıra bana gelince bir üst kata çıktım ve çekim başladı...Çok çabuk ta bitti...TAK kapıyı açtım,bir cümlecik konuştum,TAK kapıyı kapattım...En sevdiğim çalışmalarımdan birini yaptım...Bayılıyorum açıkçası,senaryo çok güzel,oyuncular,yönetmen,prodüksiyon,set çalışanları, yani herkes bir harika...Çok mutluydum,aşağı kata inince saat altı görüntüsünü aldık Cicikle ve yine genç bir arkadaşla eve doğru yola koyulduk...



Dolmabahçedeki bu ağaç beni görmeden geçemezsiniz, dedi bizde otomobilin camından bu kadar görebildik .Beşiktaş Yıldız yokuşuna geldiğimiz zaman trafik korkunçtu...



Öyle mutluydum ki beni hiç sıkmadı bu yol,keyifli bir şekilde evime döndüm...

Çarşamba günü yani dün,Taksim Meydanına gittim,hem de otobüsle gittim,hiç de zorlanmadım(demek ki iyileşiyorum)parantez içini daha çok okursunuz,benden söylemesi...



Taksime adım atar atmaz soluğu Sütişte aldım,uğramadan olmaz... Üst kata çıktım,pencereden Taksim Meydanının İstiklal Caddesine girişini görüntüledim.Bu ayrıntıları İstanbulu bilmeyenler için yazıyorum...


Artık sevgili tavuk göğsü kazan dibimi yiyebilirim,en yanığı ve bol tarçınlısı...



Buralara kadar gelip te onu yemeden olmaz,olamaz...Hesabı ödeyip yola koyuldum,özellikle biraz erken gelmiştim,Taksim Meydanına döndüm yine ve eylenceli bir reklam panosu gördüm.


Tamamı görünmüyor,sadece ayakkabının yüksek topuğu ve buruna inen kısmı var,pano kalkmadan bir daha gelirsem biraz uzaktan tamamını çekerim...İlgilenen,fotoğraf çeken bir tek ben değilim...Meydanda bir kaç fotoğraf daha çektik Cicikle bir de video,onu feyse koydum,görmüşsünüzdür böyle günlerde hemen çocuklaşıyorum...


Bu yokuşu iki kere kullanacağım,hem giderken hem dönerken,


sol tarafta basamaklar var o yüzden iniş daha kolay,bakalım çıkış nasıl olacak?

Yokuşun altındayım,solumda bir yokuş daha var,Meydanın yakınları,hep yokuş ve inişle doludur,eğer o civarda bir yere gidiyorsanız yokuşlardan kurtuluş şansınız sıfır hatta sıfırın altıdır...


İşte o yokuş neyse ki gideceğim yer,yokuşun başında ve hemen sağımda,heyecanım son noktada,zili çaldım,kapı açıldı,tek kişilik asansöre binip yolculuğu tamamladım,şimdilik...Yine benden ayrıntı beklemeyin,ilk görüşme yapıldı,senaryo çok güzel,yönetmen pırıl pırıl bir genç,çalışan arkadaşlar,sevecen ve güler yüzlü...Çok olumlu geçti,bakalım neler olacak?



Yine deminki yokuşun başındayım,sohbetteki heyecan yüzünden içim pır pır ediyor.


İki dakikada indiğim yokuşu on dakikada çıkamadım,iki basamakda bir durup dinlendim,yok canım iyileşmediğim için değil,heyecanlı olduğum için,beni merak etmeyin olur mu?Çalışıp koşuşturduğum zaman yaşıyorum ben...

Dönüş yolculuğu başladı,trafik yine yoğun


köprüye yaklaşırken otomobillerin arasından bir şey gördüm,Cicik acilen kılıfından çıktı ve evet



doğru görmüşüm,binaların arasındaki yeşil alan gitmiş,onun yerine yine betondan büyük bir site gelmiş,o güzelim yere kurulmuş,yapım aşamasında daha,o yeşili nasıl yokedebiliyorlar,kimler niye izin veriyorlar,çocuklarımızın,torunlarımızın oksijenini çalıyorlar...Yeni betonlar,yeni siteler,yeni yolları yeni yollar,yeni arabaları yeni arabalar egzosu getiriyor,neticede her yeni doğan çocuk çok yüksek bir yüzdeyle astımlı doğuyor...
Ben bu sözleri yinelemekten bıktım,onlar bu uygulamaları yapmaktan bıkmadılar...

Biraz mutluluğuma kan doğradım ama görmeden geçemiyorum...


Evime geldim,kapıdan girince güzel bir güneş ve Kikirik karşıladı beni..


Kikiriğim,bana bakarak,güneşi arkasına alıp,pencereye her zamanki yerine ,martı arkadaşlarını beklemeye gitti...Bu güzel günün önemli haberleri bakalım ne zaman ve nasıl gelecek,bekliyelim bekleyen derviş muradına erermiş...Bir söz daha vardır bilirsiniz bekleyen derviş sıkıntıdan gebermiş,diye ama o söz benim için geçersiz,ben karamsar bir insan değilim...En kötü en zor günlerimde bile tünelin ucundaki ışığı yakalamaya çalışırım...















Friday, March 11, 2011

MART: ÇOK AMAÇLI BİR AY

Mart denir denmez insanın ağzına hemen,mart kapıdan baktırır,kazma kürek yaktırır,sözleri gelir oturur. Her martta gerçekten de hiç değilse bir hafta ya da on gün kazma kürek yaktıracak kadar soğuk yapar,çoğu zaman hatta kar bile yağar.Bu kış olduğu gibi...Altıncı kattan bizim sokağın ve çeşme başının görünüşü...
GGörkemli ağacımızın incecik dallarında bile ne güzel görünüyor ve fırtınaya rağmen dökülmüyor,bembeyaz karlarımız...


Bahçeye park etmiş ve trafiğe çıkamamış arabalar,beyazla kaplanmış,sanki hepsi esastan beyazmış gibi...Bu fotoğraflar dün çekildi.Bu sabah güneşle uyandım ,gazetemi okuyarak keyifli bir kahvaltıdan sonra,yürüyüşe çıktım,çarşamba günü,Qunegondumla,biraz dolaştık,yemek yedik ve alış veriş yaptık,ben onu bıraktıktan sonra eve döndüm,paketlerimi de kendim taşıdım...Demekki iyileşiyorum,adım ölçerim var.Geçen yılbaşında Danimarkada oynadığımız güzel bir oyunda kazanmıştım,onu takmıştım,eve dönünce de çıkarmadım akşam üstü 3167 adım atmışım.Bugün yürüyüşe çıkarken yine taktım,bakalım bu sefer kaç adım atacağım,bir süre böyle saymak istiyorum... Gelelim mart ayının marifetlerine,bütün işi kazma kürek yaktırmak değil...Yürüdüğüm sürede gözüme ilişen bitki ve ağaçların tomurcuklarını çektim.Evet martın en önemli işlevi doğayı canlandırması uyandırmasıdır.Bu ay ağaçlar bitkiler minik minik tomurcuklarla donanır.Acelesi olan ya da onlara bakmayan insanların gözünden kaçar,birden bire bütününü görüp bahar gelmiş ağaçlar bitkiler ne güzelleşti,derler...Bu işi başlatan mart ayıdır,ona teşekkür edemezler,gözlerinden,gönüllerinden kaçırırlar çünkü olayı...Yukarda gördüğünüz benim aşkım olan erguvan ağaçlarından birisi,minnacık tomurcukları var,bilmezseniz zamanını,dikkatle bakmazsanız bu dönemini kaçırırsınız,açmış görür şaşarsınız,ne zaman çiçeklendi erguvanlar,diye...

Yürüdükçe yol boyundaki ağaç ve bitkilerin tomurcuklarını size gösterelim dedik Cicikle...Bitkiler diyorum ama,hepsinin ismini bilemediğim için,bir tane gül ,bir ortanca ve bilemediklerim...

Bu gül zannedersem...


Bu ortanca galiba...


Bana genç bir çınar gibi geldi,siz ne dersiniz?


Evde de balkonda üşümesin diye içeriye aldığım,begonvilim yapraklanmıya başladı,gözümden kaçmaz,bir kaç yerden daha patlak vermiş yapracıklar...



Kırk yıl düşünseniz aklınıza gelmeyecek bir olay,geçen hafta balık yaparken bizim bahçeden Defne yaprağı istedim,iki tanecik yeter dedim,ama benim oğlum gibi olan Hüseyin iki koca dal getirdi.Ben de toprağa gömdüm,belki kurumadan biraz daha dururlar,sonra kuruturum diye.Evet yukardaki işte o defne dalı üzerinde de tomurcukları var.Tabiki ağaç olmaz ama bir süre beni mutlu kılar,o da bana yeter...


Arkadaşımın getirdiği görkemli buketteki kırmızı gül kuruduktan sonra sapını yine o toprağa gömmüştüm,eh mart ayının kalbini kıracak değil ya o da tomurcuklanmış,bu açıdan çekmek hoşumuza gitti,hem benim hem Ciciğin,aralarda ne güzel görünüyor değil mi salondaki mart güneşi...

Gelelim mart ayının öteki özelliğine,bizim güzel dostlarımızın ,yeni bir nesil yaratmak için çiftleştikleri ay değil midir mart?Eskiden mart geldimi,kızlı oğlanlı damlarda fink atarlardı,adetleri değişti gariplerin,fink atabilecekleri damlar mı var artık,nerde tek katlı iki hatta üç katlı evler...On kat, on beş ,yirmi beş kat, hatta daha bile fazlası...Yüksel ki yerin bu yer değildir hesabı oldu artık...Fotoğraflarda gördüğünüz gibi kızlar uygun bir yerlerde nazlı nazlı oturup,göz süzerek delikanlıları bekliyorlar...Onlar biliyorlar martın geldiğini...


Hepsi de birbirinden güzel ve alımlılar...


Kızlar her zamanki gibi daha akıllı ve bilgililer,onlar hazır ve nazır bekliyorlar,bakalım delikanlılar ne zaman uyanıcaklar,mart gelmiş yahu bizim aklımız neredeydi,ramak kaldı kaçırıyorduk, diyecekler...


Bu da benim Kikiriğim,hem güneşleniyor,hem düşünüyor...Ne düşündüğünü bilemem tabi ama sanki ,ameliyat olmasaydım,bu bereketli ayda ben de yakışıklı bir delikanlıyla beraber olur,sonra da bebeklerimi büyütürdüm diye düşünüyor,ya da ben öyle kuruyorum kafamdan...


Yürüyüşten dönünce ,öğle yemeğimi hazırladım tabağımda ,azıcık mantarlı tavuk sote,azıcık karışık kış sebzeleri ve vaz geçemediğim makarna...İki buçuk aydır evdeyim dört kilo almışım,hala da makarna ve pilavdan vaz geçemiyorum.Özürüm de çok güzel,ben ekmek yemiyorum,sadece sabahları iki dilimcik o kadar canım...

Yemek yenirken müzik dinlenip,Cumhuriyetin bilim teknik dergisinin bilmecesi çözülüyor,eski bir alışkanlık...

Güzel bir gündü bugün,bu satırları yazarken vakit doldu,adım sayarı çıkarttım ve baktım,bu gün biraz evde biraz yolda derken , dokuz bin dokuz yüz elli adım atmışım,eh hiç fena değil doğrusu,gördüğünüz gibi yavaş yavaş iyileşiyor ANNECİK


Sunday, March 6, 2011

ESKİ BİR DİZİ

Çalıştığım dönemlerde,genellikle dizi seyredemiyordum.Bu aralar boş gezenin boş kalfasıyım,seyredebiliyorum.Benim tatlı yeğenim Sibelim buradayken Çemberimde Gül Oyayı seyretmelisin sen demişti...Geçen gün internetten aradım buldum,kontrol ettim,birinci bölümden kırkıncı(yani final)bölüme kadar hepsi tamam...Birinci bölümden başladım ve nefes almadan dört günde ,tüm bölümleri seyrettim.Çağan Irmakla Kabuslar Şatosu'nun birinci bölümü olan Takip'te tanıştım.Dört gün birlikteydik,sabah kahvaltıdan gece yatıncaya kadar,genç bir yönetmen ve inanılmaz bir adam bence...Müzik diyorsunuz,dünyadaki bütün klasik müzik bestecilerini ve onların eserlerini biliyor,resim diyorsunuz, aynen isimlerini ve de resimlerini biliyor,yazarlardan bahsediyorsunuz,hepsini okumuş bütün eserlerini biliyor.Aklınıza ne geliyor,hepsini tümüyle biliyor ve sıradan,kulaktan dolma bilgiler değil bunlar,araştırılmış,içe sindirilmiş bilgiler.Söylemiye gerek yok tabi ki bütün yönetmenler,filmleri,tüm oyuncular,kameramanlar,senaristler ,şu an aklıma gelmeyen daha neler neler...Bu genç yaşına nasıl sığdırdı, zaman yetmez diyorsunuz,acaba bir kaç kez mi geldi yer yüzüne...Onun yönetmesiyle farklı bir güzellik kazanmış dizi,seyretmek lazım,kelimelerle anlatamıyorum...

Oyunculara gelince,bir kere oyuncu seçimi müthiş,herkes,minicik bir rol(rolün büyüğü küçüğü olmaz)bile cuk oturmuş.Evet işte o insan diyorsunuz seyrederken...Yediden yetmişe hepsi çok başarılı...Hikaye iki ayrı dönemin çok iyi harmanlanması,bildiğimiz,yaşadığımız olaylar,tanıdığımız insanlar,aşina olduğumuz,bire bir yaşamadıysak bile duyduğumuz,içimizin acıdığı anılar...Netice muhteşem bir dizi,set çalışanlarının da itinası unutulmaz herhalde,hiç bir yerde,hiç bir şekilde bir aksama yok bence...Pırıl pırıl bir emek,bir çalışma...

Benim gibi siz de kaçırdıysanız mutlaka seyredin,Seyredip te unutanlar siz de seyredin,ben de eminim en az bir kaç kere daha seyredeceğim,gözümden kaçan mimikler,o güzel oyunculuklar için...

Tüm emeği geçenlere binlerce teşekkür ve kucaklar dolusu sevgiler...