Monday, March 29, 2010

DUYDUKLARIM DUYMADIKLARIM DUYAMADIKLARIM

Geçen gün,bizim oralarda yürüyordum,karşıdan üç yaşında kadar olan,çok şirin bir kız çocuğuyla annesi geliyordu.Annede çok ciddi bir ifade,çocukta güzel bir gülücük vardı.Yaklaştılar annenin,ciddi bir ses tonuyla(seni kediye vereyim mi)dediğini duydum.O güzel gülücük,şirin kız çocuğunun yüzünde,benim de kanım da dondu...Çözemedim,bu bir ceza mı,şaka mı yoksa rast gele söylenmiş anlamsız bir söz mü?Zavallı kediciğin bu olayda ne işi var,şimdi o güzel ve sevecen çocuk kedilerden korkarsa suçlusu kim olacak?Sana ne diyebilirsiniz ama olmazki bir kere duydum ben,unutamam ki...
Yürüyemediğim yerlere,acelem yoksa otobüsle gidiyorum,boş otobüs buluncaya kadar bekliyorum.Çünkü kimsenin,yer vermek istemediği için,görmezden gelmesini,ya da yer vermek için ayağa kalkıp,kalabalığa karışmasını istemiyorum.Acelem varsa taksiye biniyorum.Çok uzak bir yere gideceksem,boş otobüs bulabilmek için,saatlerce evvel yola çıkıyorum,çabuk gelirse,çok erken gitmiş oluyorum,gideceğim yere...bu günlerden birinde,genç bir adam bindi,kulağında kulaklık,dinliyor,müzik zannettim.İki dakika sonra konuşmaya başladı,telefonmuş o alet.Bir kızla nişanlanmak üzere olduğunu,bazı problemlere çözüm aradıklarını,bu işin böyle yürümeyeceğini,akrabalarının,biraz daha duyarlı olması gerektiğini,onun bazı şeyleri kabul edemiyeceğini,gerekirse,beraber olmalarını ama nişanı,evlenmeyi unutmalarını....Evet inanmazsınız belki ama evet,bunların hepsini duyduk,duymadıklarımız kızın verdiği cevaplardı.Yarım saat kadar sonra genç adam otobüsten indi,hepimiz arkasından baktık,hala konuşuyordu...İşte o zaman otobüste şamata başladı,kimi böyle rezalet olurmu.kimi genel yerlerde bu kadar özel konuşma yapılır mı,genelde kadınlar,bu adam çekilir mi,kıza yazık değil mi,biz bu konuşmaları dinlemek zorundamıyız dediler.Ben sadece,bu adam çekilmez,ben olsam,telefonu yüzüne kapatıp,bu işi bitirmiştim dedim.Kadınlar güldüler,erkekler kötü kötü baktılar...
Bir de artık duyamadıklarımız var,bir yanlış yapıldığında,(afedersiniz)asansörde,ya da kapıda yada merdivenlerde (günaydın,iyi akşamlar,iyi geceler)Nasılsınız,geçmiş olsun,yardım etmemi istermisiniz,buyrun,önce siz binin,rica ederim hiç önemli değil,gibi çocukluğumdan beri azalarak gelen ve benim yaşdaşlarımı üzen,gençlerin,maalesef aldırmadığı,daha doğrusu bilmediği güzellikler...Bunlar ve bunun gibi içten söylenmiş samimi sözler,artık duyamadıklarımız...
Yaşam daima değişir,değişmeyen şey yalnızca değişimdir(alıntı)Bakarsınız bir gün gelmiş ki,yine insanlar bir birine saygılı,yardımcı,güler yüzlü ve mutlu kişiler oluvermişler...İstemez misiniz?Ben yürekten isterim,ve de bekliyorum,o günleri...GODO nun beklendiği gibi...

Tuesday, March 23, 2010

MUTLU OLMAK

Mutlu olmak bazen çok kolaydır.Gece iyi uyudunuzsa,açlıktan ölecekmiş gibi uyanıp,perdeyi açınca güneşle selamlaşmışsanız,iki dilim ekmeğiniz ve sevdiğiniz bir katık varsa,hele birde sıcacık kahve pişirdiyseniz,gözlüğünüzü takıp,gazetenizi elinize alıp,ilk lokmayı yediğinizde dünyanın en mutlu insanısınızdır.Kahvaltı bitipte,o gün neler yapılacağını düşündüğünüzde,mutlu ya da mutsuz olmak biraz da sizin elinizdedir.Her şeye olumsuz tarafından bakarsanız,yine mi bunları,şunları yapacağım,trafikte berbat,ya akşam yağmur yağarsa,ben şimdi ne giysem,bu pabuçlar da çok eskidi gibi düşüncelerle güne başlarsanız,mutlu olmanız imkansızdır bence...
Ben bu aralar çok mutluyum,dile kolay yirmibeş sene sonra terar tiyatrodayım.BU yirmibeş senede dört ya da beş kere Tuncay Özinel Tiyatrosuyla Anadolu ve Karadeniz turnesi yaptım sadece...iki üç senede bir de film,beş dizi ve bir iki dizide konuk oyunculuk...Ama tiyatro bambaşka...Bin dokuz yüz altmış bir altmış iki sezonunda Haldun Dormenin Tiyatro kurslarıyla başlayan tiyatro sevdam,aynı çocuk sevgisi gibi...Çocuğunuzu daha doğmadan sevmeye başlarsınız,büyüdükçe o sevgi de büyür,büyür,büyür,sonsuza kadar büyür,siz ölünceye kadar...Sinemaya da bin dokuz yüz senesinin yazında başladım,o da muhteşem bir şey...Tiyatroda seyircinin alkışıyla sinemada yönetmenin gülen yüzü ve parlayan bakışları,sizi bambaşka dünyalara götürüyor...İşte o an benden mutlusu yoktur diyorsunuz.Diziler ise çok daha değişik,çok zor şartlarda çalışılıyor,çok kısa zamanda başka biri kişilik oluyorsunuz,bazen kısa süre bazen uzun bir süre,o kişilik sizinle birlikte yaşıyor.Bir de seyirci olayı var,tiyatroda ve sinemada görmediğiniz ilgiyi ve sevgiyi görüyorsunuz,o sıcacık selamlar,gülüşler,hatır sormalar,size bakışlarındaki sevecenlik,gerçekten inanılmaz bir mutluluk...Ancak yaşayan bilıir,anlatmak inanın çok ama çok zor...
Dediğim gibi ben gerçekten çok mutlu bir kadınım...

Thursday, March 18, 2010

SAP VE DE SAMAN

Tam yazmaya oturmuştum,ACA geldi.Günlerdir,Ömre Bedeldeki Fadime halayı seyretmek istiyordum.Üzerinize afiyet,ben oynadım da,üstelikte bu hala karadenizli,bakalım ne yapmışım,nasıl olmuş,görememiştim,bir türlü...
Yirmiyedinci bölümü şimdi bitirdim.Kendimi hiç beyenmedim,bir kere Annem dizisindeki Otçu teyzeden hiç farkım yok gibi,görüntü olarak yani...Nedense bu sefer değişememişim,şive derseniz,o da olmamış,kırk dokuz senelik oyunculuğum,uçup gitmiş...Oyunculuğa yeni başlamış bir amatör gibiydim,size bu eleştiri belki biraz insafsızca gelicek ama biz daha iyisini yapabilmek için,bazen kendimize karşı acımasız oluruz.Bu sefer seyrederken,olabildiğimce objektif baktım,evet ne yazık ki hiç olmamış...Diğer bölümleri seyredemiyeceğim...
Birkaç gündür koşturup duruyordum...Bu arada Kunegondla Ayşe Günaydının Cevizli Biberine de iki kere gittim.Çok şeker bir yer,sıcak ve samimi bir havası var,yaptıkları yemekler ve tatlılar inanılmaz derecede lezzetli,tadına baktığınız her şeyden hemen yemek istiyorsunuz...Bana kalırsa çok tutulacak,yer bulabilmek için,rezervasyon yaptırmak gerekicek,haklı çıkacakmışım gibi görünüyor...
Atatürk Caddesinden İnönü Caddesine çıkan ışıklar,iki geçişlidir ve genellikle sürprizlerle karşılaşırsınız.Geçen gün,yayalara yeşil yandı,arabalar durdu,ben geçmeye başladım,birinci otomobil hizada,geçtim,ikinci otomobil hizada,geçtim,tam adımımı atıyordum ki üçüncü otomobil bana baka baka,daha yeşil ışık sönmeden ağır ağır geçmeye başladı.Tabi ki zınk diye durdum,yol ortasında.O geçincye kadar kırmızı yandı,allahtan diğer otomobiller hareket etmediler de ben karşı kaldırıma sağ salim geçebildim.Şimdi diyeceksiniz ki ( eeee ne var,burası İstanbul,böyle bir olay ilk defa mı oluyor,yoksa sen hiç görmemişmiydin)yok canım,tabi ki çok sık oluyor.Beni şaşırtan bu otomobilin polis aracı olmasıydı,üstelik,siren çalmıyor vede son sürat gitmiyordu,yani sizin anlayacağınız iş üstünde değildi.Ben şaşırmıyayım da kim şaşırsın,söylermisiniz bana?
Genellikle provalar sırasında,çok koşuşturduğumuz,çok çalışıp,az uyuduğumuz için hep bir kaç kilo veririz.Bu sefer,yine çok koşuşturup,çok çalışıp,az uyuduğumuz halde,hepimiz bir iki kilo aldık galiba...E ne yapalım,Tuncay iki günde bir,nefis pizzalar getirtiyor molada,Çiğdem hemen her gün evde yapılmış poğaça ve kek getiriyor,yine molada yiyoruz,bendeniz tembel teneke iki üç günde bir,çikolata,bisküvi gibi lezzetli fakat yenmesede olur hatta daha iyi olur,türünden abur cuburlar getiriyorum,onları da yiyoruz molada...Başkası olsa milyonlarca kilo alır bizler çok sıkı koşuşturma içinde olduğumuzdan,bir iki kiloyla atlatıyoruz.Ayrıca da galiba iyi oluyor,çünkü son hafta öyle canımız çıkacak ki,aldığımız kilolarla beraber biraz da fazlası uçup gidecek...
Neyse gevezelik yeter,bu yazı gerçekten sap ve de saman oldu...Yine görüşürüz,şimdilik iyi geceler,güzel rüyalar...

Wednesday, March 10, 2010

BUGÜN

Sabah erken kalktım,banyomu ,kahvaltımı yapıp,gazetemi okudum.Sonra aklıma takıldı birden,prova birde mi,iki de miydi?Hay allah,tamam hep değişik saatlerde yapıyoruz ama,bu kadar da olmaz ki canım!İnsan prova saatini nasıl unutur?Neyse,Tuncayı arayıp sordum,saat birdeymiş,kafaya koyduğum gibi,yürüyerek gideceğim C.K.M.ye...Saat onbir kırk beşte başladım yürüyüşüme,hava inanılmaz soğuktu,bir de neredeyse fırtına benzeri rüzgar,estimi,uçuruyor.Devamlı esse herhalde kuşlar gibi havalarda olurdum.Neyse sıkı giyinmiştim,üşümedim,hatta terledim bile...C.K.M.ye geldim,tiyatro salonlarının olduğu kata çıktım,her zaman prova yaptığımız salonda,bir konferans var.Öteki salona gittim,zayıflama metotlarıyla ilgili seminer gibi bir şey...Kafayı yedirecekler bana...Noluyoruz? Hemen cebi çıkardım,Tuncayı aradım (neredesin sen,hani gelicektin) demez mi?Ayol siz neredesiniz ?Bir dakika sonra anlaşıldı ki ben ayakta uyuyorum zaman zaman,çünkü prova bugün Ali Poyrazoğlu Tiyatrosun da imiş...İnanın hiç hatırlamıyorum...Çokkk sinirlendim kendime,hiç dinlenmeden gerisin geriye yürüyüp eve döndüm.Tuncay,gelme artık,demişti...Şimdi artık akşamdan telefon edip,prova saatini ve yerini öğrenip,mini akıl defterime yazacağım.Evet karar verdim ki,ben artık yaşlanıyorum,bundan sonra daha dikkatli ve tedbirli olacağım...Bugün dersimi,pardon,boyumun ölçüsünü aldım...