Wednesday, September 29, 2010

BİR GECE, BİR GÜNDÜZ ve DUYGULAR

Dün akşam KAVŞAK filminin galası vardı,ben de davetliydim.Bu filmde dört adet ilk yaşadım.Birincisi,oyuncular belli olunca yapılan tanıştırma kokteyli...Altmış bir altmış iki sezonundan beri tiyatro ve sinemayı birlikte yürütüyorum yani kırk dokuz sene...O kadar senede ,birkaç filmde oynadım ve hiç tanışma kokteyline gitmedim,yapılıp yapılmadığını bile bilmiyordum...Bu sefer davet edildim ve çok mutlu oldum.İkincisi çekimin ilk gününde sabahtan akşama kadar benim de olduğum sahnelerin çekimi vardı.Hayatımda ilk defa çalışırken hastalandım,akşamı zor yaptım ve çekim bitince ,yani gece yarısı soluğu ilk yardımda aldım.Annem dizisindeki yangın sahnesi ciğerlerimi çok kötü etkilemişti,çekim yaptığımız yerdede trafik ve hava kirliliği fazlaydı öğle yemeğinden sonra başlayan nefes alma zorluğu,çekim bitene kadar perişan etti beni,söylediğim gibi sonu ilk yardım oldu.Astım Atak dedi doktor,çeşitli tahlil ve muayeneden sonra,bu da ilk defa duyduğum bir şeydi...Üçüncüsü filmin son kareside çekilip bittiği zaman çekim yerinde yapılan final kokteyline davet edilmemdi,Ömre Bedel dizisinin çekiminden,prodüksiyonun aracıyla sete gönderdiler beni(bu da ilk,iş gereği değildi çünkü)ne kadar mutlu olduğumu anlatamam...Bütün ekip oradaydı,yorgun çok yorgun ama, mutlu çok mutluydular ve tabi ben de...

Veee gelelim dördüncüsüne,yani gala gecesine...Kırk dokuz yılda on dokuz filmde oynamışım,unuttuğum olabilir,hiç birinin gala gecesine davet edilmedim,yapılıp yapılmadığını bile bilmiyorum.O yüzden de dün gece mutluluktan uçuyordum...Yukardaki fotoğraf küçük bir röportajdan...Alttaki ne denli mutlu olduğumun ispatıdır.Ayrıca röportajda ne söyledim de bu kadar gülüştük hiç hatırlamıyorum,heyecandan herhalde...

Küçük bir çocuk gibi yerimde duramıyordum.Yarım kadeh te buz gibi beyaz şarap içtim..(qunegondumla beraber gitmiştik,fotoğrafları güzelim çekti)Bulunduğumuz mekan Beşiktaştan Maçkaya çıkarken,Lunaparkın ve Küçük Çiftlik Parkının yanında...İçinde sadece sinema salonları ve bir de Num Num var.Biz ikinci salondaydık,tüm ekip,sanatçı dostlar ve yakın akrabalar...Senaryoyu okurken ne hissettiysem hepsini ve inanılmaz bir güzellikte, filmde buldum.Nasıl güzel olmuş,o duyguları yaşıyarak soluk almadan seyrediyorsunuz filmi,gülümsüyor,üzülüyorsunuz.Eğer duygusal bir insansanız bazen kahkaha atıp bazen de ağlıyorsunuz...Alkışlar içinde salondan çıkıp öpüşüp kucaklaştık...Ben qunegondumla eve döndüm,beni bırakıp o da evine gitti...Kapıyı anahtarla açarken Kikiriğim karşılamıya geldi beni,bir resim de ben çektim,aynadan...Mutlu,neşeli,keyifli bir gece... Bu fotoğraf da onun belgesidir,yüzümde gülücük olmayışı,keyifsiz olmamdan değil,işimi ciddiye almamdandır.Bu böylece biline...
Yarın erken kalkacağım için,yazı işini sonraya bıraktım ve erkenden yattım,binbir üzücü düşünce uyutmadı,mutluluk yatağın sınırlarını aşamamıştı...Yarın bizi zor bir gün bekliyordu...Beklan Alganı yitirmiştik...

Gelelim bugüne,Tuncayla sabah onda buluşmak üzere sözleşmiştik,onu aradığımda sancısı olduğunu,ilaç aldığını,geçerse camiye gelebileceğini söyledi...Sana gelim mi, dediğimde gerek yok,merak etme beni sen git ve Aylayada sevgilerimi,gelemediğim için üzgün olduğumu ilet dedi...Ben Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesindeki törene yetiştim,çok kalabalıktı,resimde boşluklar görünüyor ama onlar sahneye çıkıp konuşup, inenler ve yanda sırasını bekliyenlerin bıraktığı boşluklar...Tören çok güzeldi ve hepimiz çok üzgündük,yeri doldurulamıyacak bir arkadaşımızı daha uğurluyorduk,gerçek bir tiyatro aşığını,bir tiyatro adamını...Tiyatro oyuncusu olabiliriz,tiyatroyu çok sevebiliriz,seyredenler bizi beyenip sevebilirler bu çok güzel bir duygudur...Ama hepimiz tiyatro adamı olamayız,o çok başka bir şeydir ve tiyatro adamı kolay olunmaz,kolay bulunmaz...Ayla Algan ve Sıla da çok güzel ve duygu dolu, ileriye yönelik umut dolu birer konuşma yaptılar.Harbiyeyle Teşvikiye camisinin arası pek kısa değildir ama uzun da değildir.Ben yürümeyi seçtim,anı defterine küçük bir güle güle diyip,yola düzüldüm.Cami de yavaş yavaş kalabalıklaşıyordu,tiyatrodaki törene gelemiyenler burada toplanıyordu...Hepimiz bir taraflarda koşuşturduğumuz için çok sık görüşemediklerimizi ne yazık ki hep Teşvikiye camisinde görüyoruz ve bu ara, epeyce sık görüştük...Evet sonunda Beklanımızıda ışıklar içinde yıldızlara yolladık...Bu gün kulağıma camide,bir yıldız daha kaydı cümlesi deydi.Ben öyle demiyorum,bence de, yıldızlara bir yıldız daha eklendi ...Gökyüzünden yolumuzu aydınlatıp bize yol göstermiye,yıldızların arasına bir yıldız daha yolladık,ışığıyla,pırıltısıyla birlikte...Aylaya Sılaya ve bizlerede sabretmek kalıyor...Sabretmek ve aydınlattığı yolda yürümek...






Thursday, September 23, 2010

BEN YAPAMIYORUM ARTIK

Ethemefendi Caddesinde eskiden kalmış bir köşkün (şimdi o büyük bahçede koskocaman bir site var,köşk arada derede bir yerde kalmış,ama bu olay konumuzun dışında)bahçesinde,güzel bir kamerye bütün etrafı mor sarmaşıkla sarılmış,demir parmaklıklar ve oturulacak sıralar,neredeyse görünmüyor.mor sarmaşık haziranda açar ,temmuz başında yavaş yavaş biter.Ama bu sarmaşığın çiçekleri eylül başına kadar tek tük te olsa dervam ediyor.Ve beni hırsızlığa kışkırtıyor.


Bu fotoğrafta üstteki fotoğrafta aynı sarmaşıktan, aralarda bir kaç tane zayıflamış, mor salkım çiçeği hala üstünde duruyor,fotoğrafı büyütüp dikkatle bakarsanız görebilirsiniz.İçim gidiyor,şeytan diyorki (beş senedir diyor)bir kaç dal kes eve götür,bir ikisini saksıya dik,bir ikisini de suya koy.Bakalım hangisi kök verip tutacak...


Bunlarda bir başka bahçedeki sarmaşık benzeri bir ağaç,morumsu mavi,çok değişik bir renkte ve senenin dokuz ayı çiçekli bir ağaç...Her sonbahar kapıcı buduyor,küçücük kalıyor o sarmaşığımsı ağaç,daha bahar gelmeden,büyümeye başlıyor ve hemen çiçekleniyor.Fotoğrafları büyütürseniz,çiçekleri göreceksiniz.Bu eve taşınalı beş sene oldu,ilk gördüğüm günden beri,bu ağaçtan da bir kaç dal almak istiyorum.



Üretmek için tabiki,budanma zamanını bir türlü yakalıyamadım.Kapıcıya,budadığın zaman bana haber verebilir misin dedim,anlamadı bile,öyle baktı yüzüme...



Ben ,beş senedir çantamda makasla dolaşıyorum.Uygun bir fırsatta her iki ağaçtan da bir kaç dal çalmak için,yapamıyorum,çalamıyorum bir türlü.Her sefer bu gün uygun değil,başka bir gün diyorum ve o gün gelmiyor bir türlü...Mor Salkımında ,Morumsu mavi çiçekli sarmaşığında nasıl üretileceğini hiç bilemiyeceğim.Benim düşünceme göre ya suda ya da toprakta köklenmiyecek bitki yoktur...Çocukken ,anannemin bahçesinde meyve doluyken,komşu bahçedeki ağaçlardan meyve çalardık,Komşu teyzenin torunları da ,anannemin ağaçlarından çalarlardı.Ama o günler çooook gerilerde kaldı.Hem zaten kimse biz çocuklara kızmazdı...

Şimdi yapamıyorum işte ,dört beş dal çalamıyorum...Anladım ,evet nihayet anladım,ben büyümüşüm...





Tuesday, September 21, 2010

DÜN YİNE YÜRÜDÜM...

Dün saat dört gibi,her zamanki yürüyüşüme başladım.Yalnız bu sefer,her zaman yürüdüğüm yollardan değil de ,bir önceki ya da bir sonraki sokaklardan saparak yapmalıyım bu işi dedim,kendi kendime...İlk saptığım sokakta bir kedicik aman o ne renk,olacak gibi değil,nefis bir külrengi...Fotoğraf makinem orta yere attı kendini...Sizde beyendiniz mi?

Bu eski eve ,filan inşaat diye bir pano koymuşlar,o bol ağaçlı güzelim bahçeye yine site yapılacak demektir...


Eğer eski eser sayılıyorsa,ev öylece kalır diğer örnekleri gibi,uygulamayı bir punduna getirip kaldırabilirlerse o da yıkılır gider,o curcunada...


Bu üç fotoğraf şato gibi bir eski ev.Bol ağaçların arasında neredeyse görünmez olmuş...



Niye laf ediyorsun,yıkılmamış ya diyebilirsiniz.Evet yıkılmamış,çünkü yıkamamışlar.Ama,başka bir şey yapıyorlar,senelerdir el sürmüyorlar,her mevsim biraz daha görünmüyor ağaçların arasından,biraz daha çöküyor.Benim gibi meraklıysanız takip eder,görürsünüz nasıl ilgilenmeyip,kendi kendine yok olmaya terkedildiğini ve benim gibi üzülürsünüz...Eminim,dünyanın hiç bir ülkesi eski eserlere bizim kadar duygusuz kalmıyordur...




Düşündükçe çok üzülüyorum,sadece Kadıköyde değil,bütün İstanbulda yapılan aynı şey,İstiklal caddesinde,Şişlide de tuhaf bir uygulama var.Ön görüntüyü saklıyorlar,bazende ön kapıyı sadece,üstüne yani apartmanı dikiyorlar,o yüksekliğe dayanır mı o temeller,depremde ne olur,hiç düşünülmüyor.Sadece o pahalı semtlerde ne çok insan oturursa o kadar çok para gelir mantığıyla yapıyorlar bu işi...Yani ben öyle düşünüyorum,çünkü başka bir sebep bulamıyorum,yapılanlara...




Dönüş yolunda bir çıkmaz sokağa girmişim,iyiki de girmişim...İkiz kara bebek gördüm,biri balkonda tembel tembel oturuyor,diğeri sokakta benim gibi fır dönüyor...







Ne güzeller değil mi,kedi olmak isterdim,zaten belki de bundan önceki hayatımda ben de bir kediydim,kim bilebilir ki...


















Suadiyeden evime doğru giden yola girdim ve her zaman fotoğraflarını çekmeyi düşündüğüm evi bu sefer görüntüledim,ana cadde ve yan sokakta inanılmaz bir köy görüntüsüdür bu ev,hep te bakımlıydı...Bu gün çok kısa sürede çok köhnemiş gibi geldi bana...Gördüğünüz gibi bahçesinde kuyusu bile var,eski köşklerin bahçelerinde hep vardı da burası sanki müştemilat gibi bir yer,ya da Suadiye Suadiye olmadan köy gibiyken yerleşilmiş...Şaşkınbakkaldaki ,daha şaşkın değilken,evler vs. ler yokken dükkan açan, semte ismini veren şaşkınımız gibi...










Buyrun,bir adet daha ...Aynı sokağın biraz ötesinde bir köy evi daha,bunun bahçesi büyük,ciddi boyutta büyük tren yoluna dayanıyor gibi geldi bana,ağaçlar o kadar sık ki neredeyse küçük bir orman...










O sokak ,bu eski ev,şu kedicik derken neredeyse dönüş yolunda güneşi batırdım...Tam batarken, ay dedemiz aniden ortaya çıktı.Galiba ben aniden gördüm,baksanıza bayağı yükselmiş bile...Çektiğim fotoğraflar bu kadar değildi,konuya uyanlardan bazılarını seçtim,bir de başka bir konuya,hatta konulara uyabilecek fotoğraflar var...Onlar daha sonra gelicek,her gün yazamıyorum,siz bekliyormusunuz sabırla benim yazmamı,eğer öyleyse biraz daha çalışkan olurum,ya da olmaya çalışırım en azından...Sevgiler...








Tuesday, September 14, 2010

HYDROS ta TATİL

Yaz başında Tirana gittiğimi yazmıştım kızımı görmek özlem gidermek ve Arnavutluğu görmek için.Bütün yazı İstanbulda geçirip,en sıcaklarda bunaldıktan sonra bu ayın dördünde soluğu Antalya Kemerde aldım.Üç sene evvel gittiğim tatil köyüne gittim yine.Yemyeşil,sakin ve güzel...



On bir eylüle kadar orada kaldım,kızlarım ve torunumla birlikte harika bir tatil yaptık.Ben boş oturmasını sevmediğimden,bol bol dolaşıp bir dolu fotoğraf çektim.Bir kısmını kullanarak sizlere tanıtmak istedim. Burası lobiden sonra havuzbaşına giderken,her yer bitki dolu,bitki diyorum çünkü çok çeşit var,sadece çiçek, ağaç ve çimen değil sarmaşıklar,makiler bilemediğim bir yığın bitki... Görüntüler muhteşem ,
tesis dağların hemen önünde Toroslar,Bey Dağları diyebilirsiniz ben aşık olduğum bu dağlara Mor dağlar diyorum...


İster,havuz başında,ister deniz kenarında nerede olursanız olun başınızı kaldırınca,olanca görkemiyle Mor dağları görüyorsunuz ve onlar her dakika renk değiştiriyorlar...Uydurmuyorum,inanın bana...Ülkemiz çok güzel pek çok yerini gezdim,görmediğim yer yok gibi diyebiliriz,mesleğim sayesinde...Ama burası bir başka güzel,çünkü aynı zamanda sakin ve huzurlu,çalışanların hemen hepsi güler yüzlü,tatil yerinde ne kadar önemli bilemezsiniz...




Hep genç ağaçlar olacak değil ya,bu da yaşlı bir palmiye kimbilir ne zaman kim dikti,etrafındaki bitkiler sarmış sarmalamışlar gövdesini,boyu çok uzun hepsi sığmadı kareye,çok sevdiğim için siz de görün istedim...Denizle havuzun arası çimenlik ve palmiye ,muhteşemler.Çimenlerde şezlonglar,küçük çocuklu aileler,gölgede neşeli ve keyifliler...





Paparazzi fotoğrafları gibi olmasın diye çok dikkat ettim,umarım kimseyi rahatsız etmemişimdir.Çünkü her yer dolu,insansız yakalamak için epeyce uğraş verdim.





Bu ağacın yeri,başta olmalıydı.Lobiden aşağıya inen merdivenlerin kenarında ve havuza giden yolda üç dört tane var.orijinal ismini bilmiyorum,Antalyada Arap Dudağı diyorlarmış,çok yüksek çok büyük olabiliyor,bir tanesi öyle.Ben o ağaçlara baklagiller diyorum,Erguvan,Mor salkım,İpek ağacı ve daha şimdi adını anımsıyamadığım bir kaç ağaç daha.Niye derseniz çiçekleri dökünce yerinde bakla ve fasulyeye benzer kılıflar içinde aynı onlar gibi tohumlar veriyor,bu ağaçlar.Üç sene evvel geldiğimde bir kaç tane aldım,içinden çıkan tohumları saksıya ektim,şimdi bir metre boyunda bir Arap Dudağı fidanım var balkonumda...






Güneş dağların arkasında kayboluyor ama ışıltısı her yerde,iki palmiye arasından güzel görünüyor değil mi?







Burası lokantamızın balkonu,sabah kahvaltısı serçelerle başlıyor.Bıcır bıcır dolaşıyorlar,nasıl alışmışlarsa ya da alıştırılmışlarsa masalara konmuyorlar herhalde, çünkü örtüler tertemiz,trabzanlara koyduğunuz minicik ekmek kırıklarına bayılıyorlar ve kaçışmıyorlar siz elinizi çekince yiyorlar.







Bu da ağaçların arasında dolaşan tavus kuşumuz,galiba dişiydi,erkeğini göremedim,o güzelim kuyruk erkeğinde oluyor, yanlış hatırlamıyorsam,yaş artık çoğaldı,bilgiler çoook gerilerde kaldı,bazı şeyleri karıştırıyor olabilirim,affola...








Kaldığımız odalar,her yer gibi yemyeşil,sessiz ve rahat,önlerinde balkonları,akşam yemeği öncesi keyif çatmak için bire bir.Evlerin arasında yollar var,bu yollar ilerde narenciye bahçesine gidiyor,mini golf,küçükler için basket sahası ve çocuk evi var.Narenciye bahçesi bitiminde futbol sahası ve arkasında Mor Dağlar...











Burası da o yollardan biri...












Sol taraf narenciye bahçesi,sağ taraf evlerin sonu,yol üstündekini mi soruyorsunuz,o benim tavuk arkadaşım,ben fotoğraf çekerken bana gidilicek yerleri gösterdi...












Evet geldik kedicik kardeşlere,her yerdeler, karınları tok,keyifleri yerinde
mutlular,konuşmayı seviyorlar,herkeste(yani hemen hemen herkes)te onları seviyor,karınları tok besbelli,yine de bazılarımız,lokantadan kağıda sarılı bir şekilde yürüttükleri mamaları kenarlarda kıyılarda veriyorlar.Bizim oburcuklar birazcık nazlanıp yiyorlar,mırıl mırıl teşekkür ederek.













Zaman zaman yürüyüş yapıyorlar...















Zaman zaman oynaşıyorlar...
















Veee güneş batıyor,güzelim bulutların arkadaşlığında...
















Işıltısını havuzda bırakıyor bir süre...

Akşam yemeğinden sonra havuz kenarında ya da amfide gösteriler var,gündüzleri havuz başında değişik oyunlar öğretip uygulayan pırıl pırıl yetenekli genç animatörler bizlere tatlı saatler yaşatıyorlar...

















Veee mor dağların arkasında kaybolup gidiyor güneş, bize diyerek...Bir bilinmeze doğru...Bizde ertesi sabah,oy kullanmıya gidiyoruz...Bir bilinmeze doğru...


















Thursday, September 2, 2010

ALEL ACELE

Geçen gün Eray'ı seyrettiğimi ama fotoğraf çekemediğimi,makineye bir şey olduğunu yazmıştım.Cumartesi konsere (Özgürlük Parkı Konserleri) gitmeden evvel ,yukarda görüldüğü üzere ,bizim İnönü caddesindeki fotoğrafçıya gidip makineye baktırdım.Öyle emindim ki bozulduğundan,hiç bir şeysi yok denince çok şaşırdım.Niye fotoğraf çekememişim biliyor musunuz?Kartını doğru dürüst koyamamışım yerine,çıkan uyarı yazısını da, galiba görmezden gelmişim.Bu kadarı da olmaz değil mi?Tamam aceleden iki üç günde bir resimleri aktarıyorum bir dosyaya,nasıl olmuşlar,hemen görmeliyim çünkü...Buraya kadar tamam da,hiç olmazsa kartı koymakta acele etmesem ya,düzgün mü değil mi,kontrol etsem ya,fotoğrafı çekemedim diye küsüp,makineyi alel acele kılıfına koyacağıma,bakınsam ya nesi var,nesi yok diye,yapabilir miyim diye...Fotoğrafçıda çalışan arkadaş sağlam olduğunu söyleyince çok sevindim önce,sonradan da Erayın o güzelim fotoğraflarını çekip, sizlere gösteremedim diye çok üzüldüm...Bundan sonra akıllanır mıyım acaba ne dersiniz...Hiç zannetmiyorum,bu gün ilaçlarımı almıya bizim kliniğe gidecektim.Ben Akbank emeklisiyim,niye mi?On dört sene Akbank Çocuk Tiyatrosunda oynadım.O zaman genel müdür olan Hamit Beliğ Belli(ışıklar içinde yatsın,çok özel bir insandı)nin önerisiyle,sigortalı günlerimizi bankada topladık,günümüz gelince de oradan emekli olduk.Bizim klinik Akbankın kliniği,sağlığımıza çok özen gösteriliyor,çok iyi doktorlarımız var ve gerçekten ilgi de,bakım da her şey çok rahat ve olması gerektiği gibi...
Nerden nereye atladım değil mi?Ben adam olmam,bundan kesinlikle eminim.Neyse kliniğe otobüsle gitmeye karar verdim,durağa yürürken aklıma geldi ki öğlen almam gereken ilacımı yanıma almamışım,yol yakınken döndüm,ilacımı aldım,tam çıkıcam,geç kalıcam galiba diyerek taksiyle gitmeye karar verdim.Telefonla durağı aradım,araba yok ,biraz sonra arayın dediler,olur mu acelem var, niyeyse bu acele (ilacı da aceleden unutmuştum zaten)beklemeden çıktım evden,köşeden binerim dedim.İki dakika bekledim köşede, araba geçmiyor,biraz yürüsem iyi olur dedim,neyse bir araba geçti,hemen durdurup bindim.Telaşla oturup Bahariye dedim...Yani şu yaptıklarım,aklı başında ,yetmiş dört yaşında bir kadının yapacağı şeyler mi,nedir acelem,niye beş dakika evde oturup,taksiyi bekliyemem,niye ilacımı alıp almadığıma bakamam,ne oluyoruz?Tamam zaman çok önemli,boş geçirmeye,ziyan etmeye gelmez,çünkü geçip giden zamanı geri döndüremezsin, ama olmaz ki,böyle de yapılmaz ki...(Işıklar içinde yat Orhan Veliciğim)