Sunday, August 29, 2010

ÇOK ÖNEMLİ BİR KONU

Bazı akrabalar vardır,insanın arkadaşıdır,bazı arkadaşlar akraba gibidir.Bu durum bakış açılarına göre her insanda farklıdır.Benim akrabalarımın çoğu benim arkadaşımdır.Bu yüzden çok mutlu bir insanım.Onlardan bir tanesi, bana bir site haberi gönderdi.Siteye girdim,şöyle bir gezindim başından zor kalktım,kalktım çünkü işim vardı ve neredeyse geç kalıyordum.Şimdi her gün girip biraz okuyorum,biraz karıştırıyorum.Niye diyeceksiniz,söyliyeyim bir solukta okunup bırakılacak bir site değil çünkü...Eminim ki,çok uzun araştırmalar derin bir bilgi ve emek karşılığı hazırlanmış,ayrıntıları kesinlikle atlanmıyacak nitelikte,ders kitabıyla,araştırma kitabı havasında,baş ucunda durup devamlı bakılıcak ve gerektiği zaman,gereken bilgi bulunacak bir olay...Olay diyorum,çünkü mükemmel bir site...Okuyup geçemezsiniz,devamlı okuyacaksınız,bir konu önünüze geldiğinde hemen açıp bakıcaksınız,birileri,bir şeyler diyor,hemen açıp bulup doğrusunu göreceksiniz...Böyle bir siteden bahsediyorum.Artık ismini söylemenin zamanı geldi.İşte ATATÜRK.com Evet muhteşem bir site,site diyorum,çünkü ne isim vermem gerekir bilmiyorum.Bence bu yazıyı okursanız,hemen girip bakın,eğer ne mutlu türküm diyorsanız ve gurur duyuyorsanız,ülkenizi seviyorsanız,cumhuriyetin ilk yıllarındaki gibi borçsuz,ve ödünsüz bir millet nasıl oluyormuş diyorsanız mutlaka girip bakın,zaten girerseniz bir daha çıkamıyacaksınız...Ben genelde yazılarım için yorum beklemiyorum,herkesin işi gücü var...Ama bu sefer siteyi gezdiğiniz zaman yorum bekliyorum...Sevgiler,şimdiden teşekkürler...

Friday, August 27, 2010

YENİ BİR GÜN YENİ BİR HEYECAN

Bizim Sil Baştan adlı oyunumuzun genç yazarı Eray Yasin Işık aynı zamanda hayali,turnede çocuklar için yaptığı Karagöz Hacivat gösterisini izlemiştim.Çok güzeldi,çok genç olmasına rağmen on parmağında,on marifet denilen cinsten...

Sultanahmet Meydanında ramazan gösterilerinde yer alıyormuş,Tuncayla beraber onu seyretmiye gittik geçen gün...Uzun yıllardır araba vapuruna binmemiştim.Erayın önerisiyle yolculuk Haremde başladı,Sirkecide devam etti,sahilden yedikuleye geçtik...

Tuncayın Balıklı Rum Vakıf Hastanesinde yatan bir arkadaşını ziyaret ettik önce.Çok eski bir bina olmasına rağmen,inanılmayacak kadar bakımlı ve temiz.İşte hastane dediğin böyle olmalı dedirtiyor insana,bakım inanılmaz...


Senelerdir şehrin bu taraflarına hiç gelmemişim,görünce anladım,her şey çok değişmiş,olumlu ve olumsuz gelişmeler,görünümler var.İpin ucunu bayağı kaçırmışım...Tuncay olmasaydı yine de göremiyecektim buraları...




Arabadan çekebildiğim kadar fotoğraf çektim,bir kısmını siz de görüyorsunuz.Surlar restore edilmiş,çok görkemli duruyor,aslında burada arabayla değil,yüriyerek dolaşmak lazım,resim çekebilmek için.Pek çok şeyi kaçırdım doğal olarak,ilk fırsatta İstanbulda uzun süredir gitmediğim yerler,gezisi yapıp bol bol fotoğraf çekmeyi düşünüyorum.



Surların çoğu yerinde asırlık ağaçlar,ayrı bir görkem veriyor havaya...Turistler nereye bakacaklarını,nerenin fotoğrafını çekiceklerini şaşırıyorlar,çoğu zaman ellerinde makine bakakalıyorlar...




Erken bir akşam yemeği için Kumkapıya gidelim dedi Tuncay,sur içine girmedik,ben görmeyeli sahilde de lokantalar oluşmuş,onlardan birine oturup balık yedik.Yedi sekiz tane kadar birbirinden güzel birbirinden zeki ve kibar çocuklu büyüklü
kedicik vardı.Eray da Tuncay da benim gibi dost onlarla...Balıkları beraberce yedik,resimden de belli oluyor, o tertemiz taşları birazcık balıkladık,olsun cümbür cemaat çok mutlu bir saat yaşadık,mamalarımızı paylaştık,konuştuk,arkadaş olduk...





Sultanahmete gidebilmek için benim bilmediğim ara sokaklara daldık,çoğu yol kapatılmış,ramazan gösterileri için herhalde o arada evleri görüntülemiye çalıştım.Eski binalar olağan üstü güzel,evler bakımsız,otel yapılanlar bakımlı,bir açıdan kurtulmuş yani.O canım eski evlerin yanında özensiz zevksiz, yeni binalar acaip sırıtıyor.Niye sur içlerini koruyamamışız,nasıl kıymışta böylesine bozmuşuz,anlaşılır gibi değil.







O daracık sokaklarda,çok uzun süre kaldık,çift yönlü bir trafik,bir itiş kakış,ayrıca kamyonlar ve inanmıyacaksınız ama o hengamede bir de çöp kamyonu...Eray arabada bıraktı bizi gösteriye geç kalmamak için koşarak gitti.Biz biraz daha boğuştuktan sonra geri dönmenin ve bir başka gün gösteriyi izlemenin daha akıllıca olduğuna kartar verip dönüş yolculuğuna başladık.








Sirkeciden tekrar araba vapuruna binip Hareme geçip eve döndük.Aşağıda ki fotoğrafı vapurdan inerken çektim.Arabaların ışıkları bana çok ilginç geldiği için koydum buraya...










Cuma günü,Tuncayla ben,bu sefer farklı bir yoldan gelip Cağaloğlundan geçerek Sultanahmete rahatlıkla ulaştık,güzel bir sahne ve amfi yapılmış,önce çok az izleyici vardı,sonradan doldu.İlk olarak Eray çıktı sahneye ve muhteşem bir Meddah gösterisi sundu.Bu kadar genç bir arkadaştan bu kadar profesyonel,bu kadar güzel,bu kadar gerçek bir meddah beklemiyordum doğrusu...Böyle gençleri gördükçe inanın içim
umutla doluyor...Biraz daha oturduk ve herkesin yemeğe başladığı saatte bomboş yolların keyfini çıkararak evlerimize döndük.Cuma günü fotoğraf çekemedim ne yazık ki ,Erayı göstermek isterdim sizlere,başka bir zaman artık...Ne olduğunu anlamadığım bir tutukluk yaptı makine,bu gün bir bilen araştırıp öğrenmiye çalışmalıyım,bir daha elim boş kalmasın diye...




Wednesday, August 25, 2010

İSTANBUL SOKAKLARININ SÜSÜ

Kışa kadar kapalı olanlar,belki de bayramda açılırlar...Ne de olsa bir ümit...

Bütün basamakların rengarenk çiçeklerle dolduğunu gözünüzün önüne getirin,sokağın havası birden bire nasıl değişir değil mi?


Bunlar da Bağdat caddesindeki yaz ve de kış açık olanlar...Herhalde dikkatinizi çekmiştir,hiç müşteri yok!




Umarım bayramda biraz iş yaparlar,bayram ziyaretine gidenler,eskiden olduğu gibi,akrabalarına giderken bir demet çiçek alırlar...




Tabiki bütçeleri izin verirse...











Size bir iki fotoğraf...İstanbulun ana caddeleri ve güzel sokaklarının çok özel bir uygulaması...Roman çiçekçiler, asırlardır İstanbulu renklendirirler,hem çiçekleriyle,hem çoluk çocuk ve kişilikleriyle...Her birinde aynı neşe,aynı güler yüz,aynı sevecen bakış ve aynı çalışkanlık...Elleri hiç boş durmaz, çiçeklerle uğraşmadıkları zaman,köşelerinde mevsime göre,ya reçellik incir soyarlar ya lavanta torbalarlar ya da oya yaparlar,lavanta torbası dikip süslerler...Ellerinden geldiğince çocuklarını okuturlar,erkek çocuklar bazen özgür ruhlu olup,müzikti,aşktı derken okuyamasalar da iyi yetişip,sevecen olurlar,kızlar okur,ayrıca hem kızlar hem erkekler annelerine daima yardımcı olurlar...Kocalar nerelerdedir hiç bilemem,genelde ortalıkta görünmezler zannedersiniz...Sabahın köründe,arabalarıyla kadınlarını,çiçeklerini,çocuklarını köşelerine getirip,yerleşmeşlerine yardım edip,sonra giderler...Onları sabah erken kalkanlar görür ancak...Sonradan işlerine giderler herhalde...Kışın soğukta,kar ve yağmur yağarken,hastalıkta,sağlıkta onlar hep köşelerindedirler...Sabahtan geceye kadar...Yazın sadece ana caddede vardırlar,işsizlikten sokaktakiler,köşelerini naylonla kapatıp,otobanlara taşınırlar,ellerinde demet demet çiçekleri,üç kuruşa,çiğnenme tehlikesiyle karşı karşıya ve yine yüzlerinde ve gözlerinde gülücükle size neşe satmıya çalışırlar...Onlar otobanlarda yalnız değildirler,emekliler,öğrenciler,işsizler,arabaların ortasında yürüyerek ,yüreğinizi ağzınıza getirerek,çeşitli şeyler satmıya çalışırlar,en çok satılan da çiçek ve sudur zannedersem...Ama bedeli çok ağırdır,hiç gölgesiz bir asfaltta sabahtan geceye kadar ve hem de iki kuruş kazanca koşuştururlar...Geçen gün onlardan biriyle konuşurken çok üzücü bir şey öğrendim.Yolda,şikayet üzerine hepsine yetmişer lira ceza kesilmiş,günlerce o parayı toplayamazlar,o kadar kazanmıyorlar ki,bu cezaları nasıl ödesinler...Hırsızlık,ahlaksızlık,dilencilik,rüşvet bu kadar çoğalmışken,bin bir zorlukla üç kuruş para kazanabilen bu insanlara yapılan haksızlık inanın yüreğimi acıttı,sizlerle paylaşmadan duramadım...Kış çabuk gelsin de yine sokaklarımızda görelim İstanbulun güzelim çiçeklerini.çiçekçilerini...

Friday, August 20, 2010

ÇOOOK SICAK ! GÜNDÜZ ve GECE ve HERDAİM

Oturduğum ev,yukardaki tanımlamanın ta kendisi...Bende eve kapanmış durumdayım,neredeyse...

Evde ,odadan odaya,balkondan odaya,mutfaktan balkona,balkondan koridora dolaşıyorum...Ev ve yaşam hakkında yeni yeni şeyler öğreniyorum...Benim Kikirik annesinin ve kardeşinin yanında misafir bu aralar,mutfak penceresinden görünen,yandaki dairenin havalandırma borusuna tüneyen arkadaşı güvercin,her gün gelmiye devam ediyor.Bir de bembeyaz kafası olan bir arkadaş daha gelmiye başladı...Günde bir kaç kere geliyorlar,bakınıp,bekleyip gidiyorlar...Resimdeki beyaz kafalı güvercin,büyütüp bakarsanız,görünüyor...Resimlerin hiç birinin konusu bir diğerine benzemiyor ama hepsi de sıcaktan bunalmış,yarı delirmiş bir

nenenin hezeyanlarını gösteriyor.Bu sıcaktan mutfak ta nasibini alıyor,hem de fazlasıyla...Eviyenin yanındaki oluklu yerde boruya düşmüş biber tohumları yeşerdi,saksıya diksen seni uğraştırır,iki günde yapraklandı,hemen fotoğrafını çektim,belki de dayanamaz elimde vesikası olsun dedim...Şimdi, eviye civarında gördüğünüz lekeler kireç,ıslaklar kuruyup,çabucak lekeleniyor,bezle kurularsanız,bezler havadaki nemden dolayı kurumuyor ve iğrenç bir koku yapıyor...Ben de doğal olarak,kireç lekesine razı oluyorum.Yani kısaca mutfağımı pis zannetmeyin,sadece her kadının mutfağından biraz farklı...Sabahtan akşama kadar evde olduğum için ya dijitürkteki polisiye dizilerini seyrediyorum,ya kitap okuyup,bilmece çözüyorum,ya da evde oradan oraya dolaşıp,daha evvel de çektiğim,her objenin fotoğraflarını çekiyorum...


Bir de hergün Kikirik ve ailesine,hemstırlara ve çiçeklere bakmıya gidiyorum taksiyle gidip taksiyle döndüğüm için onları sokağa çıkmak saymıyorum.Evvelsi gün dönüşte yürümek istedim,bahanem de vardı,azıcık esintiliydi o akşam üstü...İnanın bana eve geldiğimde,eklemlerim,kemiklerim ve kaslarım yer değiştirmiş ,bir anlamsız yığın halinde kendimi kanepeye zor attım...Dün yine evden çıkmak üzereyken kendi resmimi aynadan çekme sevdasına tutuldum birden,bir iki denemeden sonra galiba becerdim,suratsız olan ilk deneme,gülen de becerebildiğimi görünce,yüzümde şekillenen görüntü...



Sıcak ve eve kapanıp kalmak duygusu beni nasıl delirtiyor,görüyor musunuz?En kötüsü de çalışmamak ve bir işe yaramamak duygusu,bir türlü o duyguyu kafamdan atamıyorum...Sanki benim devamlı çalışıp bir yerden bir yere koşuşturmam lazım...Gerçekten yaşadığımı anca o zaman anlıyorum...Alttaki resim de sıkıntıdan çekilmiş,pencerede küçücük bir ay,kapalı camdan içerinin görüntüsü,açık camdan dışarısı ve balkondan silik bir görüntü...Hiç yoktan ,öylesine bir fotoğraf işte...





İki değişik günde,iki değişik saatte çekilmiş bizim çeşme başı dostları,bir de gece çektiklerim vardı,eski fotoğraflarda, bulamadım...Doğrusu fazla da aramadım,çünkü iskemle tepesinde uzunca bir süre oturamıyorum,bin kere kalkıyorum yerimden...Hiç üzülmeyin bin bir tane bahane buluyorum,kalkmak için...Sabırla okuyup sonuna gelmişseniz,teşekkürlerimi kabul edin...Bu kadar sıkıcı ve alaksız resimlerle yazılar bir arada olamaz...Ne alaka... Quelle alaka...




Orta okulda arkadaşlarla konuştuğumuz bir dil vardı,fransızca ve Türkçeyi karıştırır,sözüm ona espri yapardık...Yukardaki de aynen o zaman ki bir söz dizimi...







Şimdi ,kontrol ettim bir hata var mı diye...Neredeyse baştan aşağı hata bir yazı...Ama huyum kurusun silemem...Geliyor...





Tuesday, August 3, 2010

02/08/2010 SAAT 21.20

Çok kötü çekilmiş bir fotoğraf olduğunu biliyorum,sahneden gözümü alıp ta çekebildiğim tek fotoğraf budur...Egoistlik belki,yazıya koymadan edemedim,silip atamadım...Kusurumu bağışlayın...

Gelelim dün akşamın hikayesine,uzunca bir süredir Ortaköye gitmemiştim,ACA da İstanbulda Şişlideydi,buluşup yemeği toplantıdan önce iskele meydanındaki resoranlardan birinde yiyelim dedik.Hemde toplantı orada olacağı için rahat ederiz diye düşündük...Biz geri zekalılar,meydanda sahne filan göremediğimiz halde uyanamadık,Çınar balık lokantasına girdik,acelemiz var dediğimiz halde,meyhane muhabbeti olan bir mekanda,doğal olarak acele kavramı yoktu...Ağır aksak söylediklerimiz geldi,sudan başka bir şey içmediğimiz halde inanılmaz bir para ödedik.Ben akıllılık edip Sevinçi aradım,yanlış yerdemiyiz diye,evet iskele meydanı diye yazılan çizilen yer,caminin diğer tarafındaki motor iskelesi imiş.Biz öğrenip te oraya gidinceye kadar,etkinlik başlamıştı ve her yer doluydu.Önce en arkada,çekim yapan kameraların yanında dikildik,doğal olarak gözümüz sadece sahneyi görüyordu,neden sonra beni uyarıp yan taraftaki boş sandalyeyi gösterdiler ve böylece oturdum...Sahnenin arkasındaki ekranda Altancığımın hayatından kesitler vardı,tiyatrolardan,özel hayatından,gazetelerden,turnelerden,dergilerden görüntüler,bize Altan yanımızdaymış duygusunu yaşattılar...Görüntüler devam ederken,sahneye Ayşe Erbulak çıktı,sunucu değilim diyip,inanılmaz güzellikte ve doğallıkta sunum yaptı.Sahneye önce Füsun Erbulağı,arkadan Sevinç Erbulağı çağırdı,iki torun da gelememişti...Sevinçin kızı daha üç buçuk yaşında bir dünya güzeli,evinde ve uykudaydı,Ayşenin oğlu,Dağhan Kavak Yelleri dizisine dönüş yapmıştı ve çekimleri vardı,yetişemedi...Bizim işimiz böyle bir şey,babamızın cenazesinden döner,sahneye çıkıp oyun oynarız,kırk derece ateşle sahneye çıkıp oyun oynarız ve daha ötesi...

Ekrandaki görüntülerde birden bire daha genç bir Ayla Arslancanla karşılaştım.Dormen Tiyatrosunda oynadığımız Bu Git,Yarın Gel adlı oyundan bir sahneydi.O oyunda Altancığımın karısıydım,keçi gibi inadım olmasaydı,gülerek perde kapattırırdım herhalde...İnanılmazdı Altanın oyunculuğu ve dinamizmi...Seyirciler kahkaha kıyamet seyrediyorlardı,alkıştan avuçları patlıyordu eminim...

Tiyatroya ilk başladığım yıl,yani 1961-2 sezonunda her hafta iki oyun oynanıyordu Dormen Tiyatrosunda,ben Hepimiz Pariste adlı oyunda minicik bir roldeydim,öteki oyun Altanın oynadığı Oyuncakçı Dükkanıydı ve ben inanılmaz bir şekilde sanki kendi oyunuma gidiyormuş gibi, her oyunda Küçük Sahneye gidip Altanı seyrediyordum ve çok değerli dersler alıyordum,tüm oyunculardan ama öncelikle Altandan...Ayrıca Bozuk Düzen filminde küçük bir rolde oynadım ve Altanla aynı sahneyi paylaşmaktan ve aynı filmin karelerinde olmaktan büyük gurur duyuyorum.Gece arkadaşlarımızın Altanla yaşadıkları anılarıyla,ekrandaki görüntülerle Ayşenin ve Halit Kıvançın sunuculuğuyla son derece renkli ve güzel bir şekilde geçti...Başlıyan her şey gibi,bitmesin dediğimiz gece de bitti.Kucaklaşmalar,öpücükler ve ayrılıp evlere dönmeler...

Beşiktaş Belediyesinin güzel bir etkinliği,umarım devamı gelicektir...Gece boyunca Altanı ekranda ve arkadaşlarının anılarında yaşadık,ayrıca bizler onu ta içimizde hissettik,sanki yanıbaşımızdaydı ve espri patlatmak üzereydi...Hem sanki yanıbaşımızdaydı,hem de yokluğu ta derinlerimizdeydi,onu çook özlemiştik...