Sunday, May 30, 2010

TİRANA MACERALARI (YEDİNCİ ve SONRAKİ GÜNLER

Tirana alıştıktan sonra,her sabah kahvaltımı yapıp,şöyle bir ortalığı toplayıp,maillerime baktım.Fazla bir şey çıkmıyordu,gevezeliğim sayesinde hemen herkes,yurt dışında olduğumu bildiğinden,arayan soran yoktu...Daha sonra giyinip sokağa,daha doğrusu sokaklara atıyordum kendimi,elimde fotoğraf makinesi ağır aksak dolaşıp,eski,yeni binaların,sokak başlarından ileriye doğru gidişlerin ilginç olan,olmayan her şeyin fotoğraflarını çekiyordum.Öğlen değişmez bir şekilde ACAyla buluşup yemek yiyorduk.Genelde balık,sebze,çorba ve değişik krepler yedim.İtalyan mutfağı ağır basıyor,restoranlarda başka tarz yemek bulmak çok zor.Sadece iki lokantada Fransız tarzı hazırlanmış çok değişik yemekler yedik.Ben portakal soslu balık yedim,ACA limon soslu kuzu pirzola,ikimizinki de nefisti...
























Sokaklardan iki görüntü koydum,başka fotoğraflarda yerleştirdim zannediyordum,onlar alıp başlarını gitmişler allah bilir nereye tüydüler...Uzun süre tembellik yapıp ara verdiğim için unuttum galiba resim koymayı neyse yeni bir sayfa açıp tekrar koyacağım.Bir türlü istediğim kalitede yapamıyorum şu işi...Dediğim gibi,siz en iyisi ACA yı bekleyin,vakit bulur bulmaz resimlerini koyacaktır.İşte o zaman Arnavutluğu tanıyacak ve eminim ki seveceksiniz.





Görüşmek üzere,bir daha ki sefere önce resimleri koyup,aralara yazmayı deneyeceğim.



Saturday, May 29, 2010

TİRANA MACERALARI (BEŞ ve ALTINCI GÜNLER)

Pazartesi ve salı ACA çok yoğun çalışıyordu,açıkçası bende yalnız çıkmaya cesaret edemedim.
Kendime güzel bir ekmek arası ve kahve hazırlayıp,balkona kuruldum.Sonradan,akşam dağıttıklarımızı toplayıp,resim çekmeye başladım.Öğle yemeğinde Aca ile Era'ya gittik,hem eve yakın,hem yemekleri,lezzetli,hemde garsonları güler yüzlü ve azıcık daha çabuklar...



Ben yemekten sonra çevrede biraz dolaşıp eve döndüm.

Seyrettiğim dizilerin,kaçırdığım bölümlerini

izledim,bilgisayarda tabiki...Birkaç fotoğraf daha çektim.Akşam yine yemek için ACA ile buluştuk.Bu arada yazmayı unuttuğum bir şey var.
Bütün bu yaptıklarımız yağmur aralarında yapıldı,iki gün boyunca


yağmur ve güneş


sırayla boy gösterdiler.Bir biri geldi bir diğeri...


Çekilen resimler,balkondaki çiçekler,aşağı katların balkonları,karşıdaki sokak ve küçük stadyum.


Tabiki bir de bu yazıların yazılması,resimlerin fotoğraf makinesinden bilgisayara aktarılması seçilmeleri ve buralara yerleştirilmeleri...





Yine de iş bu kadarla kalmıyor,son aşama,ACA nın kontrolu,düzeltmesi,ya da benim,yorgun argın uğraşma bir tanem,herkes benim bu işlerde acemi olduğumu biliyor,boş ver güzelim ,demem oluyor...Daha sonraki günlerde buluşmak ümidiyle...

Friday, May 28, 2010

TİRANA MACERALARI (DÖRDÜNCÜ GÜN)

Pazar gününe güzel bir kahvaltıyla başladık,sonradan kentin sokak ve meydanlarında avare avare dolaşıp fotoğraf çektik.Yine eski binalar,yine adım başında büyük ya da küçük parklar,ağaçlar,ağaçlar,çiçekli balkonlar ve daha çok saksı çiçeği satan,irili ufaklı dükkanlar...erkekler genellikle iri yapılı ve uzun boylu,kadınlar ufak tefek,zayıf ve çok süslü...Gençler çoğunlukta,benden daha yaşlılar bile keyifli bir şekilde dolaşıyorlar...İnanmazsınız ama,benim gibi koca göbekli bir allahın kulu yok,evet şişmanlar var,ama onlar bile göbekli değil.Ben burada FİL yutmuş yılan gibi oldum.
Sanat Müzesinde,ilginç bir sergi vardı.Çok ünlü bir otomabil yarışçısının gençliğinden bu günlere kadar gelen,yarış fotoğrafları,kazandığı birincilikler,kupalar veeee iki adet bence olağan üstü yarış arabası(pırıl pırıl) son derece göz alıcı,ayrıca çok eski,çok kullanılmış bir motosiklet gördük...Müzenin girişinde,Tiranı ve Arnavutluğu tanıtan,turistlere yönelik kitaplarla sanatla ilgili kitapları satan sergiler vardı.Çoğunda genç kızlar çalışıyordu,pırıl pırıl gözleri olan güler yüzlü gençler...Çok hoşuma gitti doğrusu...ACA hemen Arnavutluğun genellikle yeşil olan yerlerini ve dağlarını tanıtan bir kitap aldı.Dolaşırken çok hoş bir yere geldik.Büyük meydanın yakınında zannedersem,küçük bir park,tabiki ağaçlar,çiçekler,küçük bir havuz,sinema,pizza restoranı ve birinci katımsı bir yerde,müthiş bir lokanta...Balkonunda binbir çiçek,yasemin ve hanımeli kokularına,parktaki manolyalar karışmış,neler yok ki,inanılır gibi değil...Çok güzel bir yemek yedik,biraz dinlenip,kokulardan mest olmuş bir vaziyette yollara düştük...






Büyük meydanın ortasındaki heykel ve çevresinin düzeni yenileniyor,inşaat görüntüsü vardı,bizim Taksim Cumhuriyet Meydanı gibi...Bizimki açıldı,darısı onlarınkinin başına...Çevre binalar ın hepsi resmi binalar zannedersem,meydana açılan ara sokaklar da çok eski ve güzel binalar var,ben de çektim fotoğraflarını ama koymuyorum,bence ACA'yı bekleyin.Sadece bana çok değişik gelen bir caminin fotoğrafını göreceksiniz,kapıda turistler birikmiş bekliyorlardı.Biz beklemedik,hem namaz kılınıyordu,hemde imam nikahı var gibi geldi bana.Süslü giyinmiş gençler,damat kılığıyla dolaşan bir delikanlı,temiz pak dedeler,nineler vardı etrafta...

Başka bir gün gezeriz dedik ve oradan ayrıldık.Saat kulesi caminin karşısında ve çok güzel o da belirli saatlerde geziliyor,biraz cesaret ister yüksek ve dolanan merdivenler yüzünden...Onların yakınında,bizdeki akaretlere benzeyen evler vardı.Ya saat kulesinin yada caminin bakımı için yapılmış gelir getiren binalar olsa gerek...

Acanın evinin yakınında akşam yemeği yedik ve kapağı eve attık.Zavallı ayaklarımız çok yorulmuştu,biraz daha gezelim düşüncemizi dinlemediler bile...Biraz müzik dinleyip lafladık,sonrada cumburlop yataklar...

Wednesday, May 26, 2010

TİRAN MACERALARI (ÜÇÜNCÜ GÜN)

Cumartesi sabahı erkenden kalkıp,kahvaltı için, sokağın köşesinde hoş bir kafeye oturduk,omlet,krep ve değişik kahvaltılıklar söyledik ve beklemeye başladık.Geleli iki gün olduğu halde ben bile alıştım,bu bekleme evrelerine...Gerçekten her yerde servis hemen açılıyor,menü hemen geliyor,o kadar,sonrasında uzun mu uzun bekleme faslı başlıyor...Yalnız olsam,sıkıntıdan patlarım herhalde,benim gibi aceleci birini düşünebiliyormusunuz bu ortamda...Allahtan üç kişiyiz ve konuşarak,gülerek zamanın nasıl geçtiğini anlamıyoruz.

Birden karşımızdaki duvarda hoş bir grafiti görüp resimledim,nedir diye düşündük,sokağın karşısındaki kafenin adıdır belki de dedim.Bu arada kahvaltılarımızı bitirdik, Merih Bey ve ACA dün kiraladıkları arabayı almıya gittiler,ben tembel teneke daha bitirememiştim önümdekileri,devam ettim kahvaltıya. Birden gözüm önümüzdeki cama ilişti, ne göreyim,o grafiti bizim kafenin ismi değilmiymiş.Hemen fotoğrafını çektim,çocuklar gelince gösterdim çok güldüler...


Hesabı görüp kalktık,ver elini Berat,büyük ve eski bir kentmiş,kalesi çok güzelmiş...


Yollar gerçekten yemyeşil,beni kıskandıracak kadar çok ağaç var,özellikle zeytin ağaçları inanılmaz...Yol boyu katır tırnakları ve iğdeler güzel görüntüleri ve mis kokularıyla bize eşlik ediyorlar...Berat çok güzel içinden dere akıyor,eskiden,ya da kış aylarında daha bol suyu vardır herhalde...Derenin karşı kıyısı bizim Safranbolu evlerine benzer evlerle dolu,tabi ki çok güzel(devamlı çok güzel lafını kullanıyorum,kusura bakmayın,başka ne diyebilirim,bilmiyorum)

Bu köşk bu kıyının en tepesinde,orada arabayı bırakıp,kaleye çıkan yollardaki evlerin arasına daldık,ben kısa sürede pes dedim,hem çok dik,hem kayıyor,hem her dakika fotoğraf çekmek istiyorum,elimde baston,hepsini birden yapamadım.


Baksanıza gerçekten çok güzel evler ve sokaklar değil mi?İçim gitti ama geri döndük.


Tekrar arabaya binip,gidebildiğimiz kadar ilerleyip en tepeye kaleye geldik,biraz dolaştık ve tepedeki kafeye oturduk acıkmıştık da bir şeyler yeriz sonra kalenin içini gezeriz dedik.

Kafede düğün varmış,inanılmaz bir kalabalık,çoluk,çocuk,aynı bizim düğünler...Bekleyin bir şeyler hazırlarız dediler,o kalabalıkta?Mümkün mü?Birazcık oturup kalktık ve yemek yiyeceğimiz bir yer aramaya başladık.

Tekrar dere kenarına gidip nefis pizzalar yiyip,yola çıktık.

İkinci durağımız,Durres deniz kenarı,o da büyük kentlerden biri,yollar yine yemyeşil,tarlalar,zeytinlikler,katır tırnakları,değişik mor çiçekler,her evin balkonu çiçekten görülmüyor ve ben kıskançlıktan yol boyu çatır çatır çatlıyorum...O kadar ki,bizim araba geçerken insanlar dönüp bakıyor,bu çatırtı nerden geliyor diye...










Durrese geldik,arabayı yine bir yere bırakıp,hemen sahile indik.Sahil de çok uzun ve çok güzel...Tarihi yerleri de varmış ama gezemedik,bir başka sefer artık...


Sahildeki mermer bloklar, büyük br ihtimalle eski kalıntılar. Bana bizim Kekova körfezindeki kalıntıları hatırlattı.









Deniz kenarı çok kalabalık,akşamüstünün keyfi yaşanıyor,çocuklar için minik eylencelikler de var(dönme dolap gibi)çeşitli kafeler,patlamış mısır kokusu inanılmaz,yani bir yığın keyif verici olay...



Eveeet,dönüş yolculuğu başladı,hava yavaş yavaş kararıyor,değişik bir güzellik etrafımızda dolaşıyor.Ağaçlar sokaklar yol kenarında ki evler,çok daha romantik gözüküyor...












Tirana girerken yeni bir A.V.M.(bu üç harf beni çok güldürüyor,alış veriş merkezi demiyoruz AVM diyoruz,daha sosyetik oluyor galiba...)yapılmış,çok görkemli duruyor,ACA nın evinin bir iki eksiği vardı,bir bakalım dedik,içine girdik,biraz fazla gösterişli mağazalar var boştu maalesef,daha ayak alışmamış herhalde...

Merih beyi oteline bırakıp, ACA'nın evine geldik. Son durak ACA nın evi,birer kahve konyak içip azıcık gevezelik yaptık veee üçüncü gün bitti...Fazla fotoğraf koymadım,benim makine o kadar profesyonel değil,ben iyi çekemiyorum,genellikle görmeden çekiyorum.Halbuki ACA inanilmaz fotoğraflar çekti.Şu aralar işleri çok yoğun,biraz rahatlayınca ACA nın ÇEKİRDEK BAKIŞI na resim koyup yazı da yazacaktır.Aynı Vietnam Macerası gibi...Bence sabırlı olup bekleyin...
Biraz ara vericem herhalde,gezmekten vakit bulamıyorum bloga...Görüşürüz...

Tuesday, May 25, 2010

TİRAN MACERALARI (İKİNCİ GÜN)









Sabah erken kalkıp Ayşeyi işe postaladım,balkonda kahve içip,peynirli zeytin ezmeli sandviç yapıp yedim.Şöyle bir bakındım,ortalık dağınık mı diye...Tabiki dağınık,ama her yerde işle ilgili dosyalar,kağıtlar,ıvır zıvırlar ve her biri ayrı dilde bir yığın evrak...Hiç birini görmeme kararı aldım,rahatladım...Balkona çıkıp fotoğraf çektim,bir kaç kere sokağa çıkmayı düşündüm.Hava inanılır gibi değildi,beş dakika çok sıcak(hadi abartmıyayım,kırkbeş dakika filan)sonra acayip bulutlar,siyahtan bembeyaza kadar,ardından yağmur,sonra yarı güneşli bir bahar,arkadan Ağustos sıcağı ve aniden bir şakırtı,sağanak...Tabiki doğal olarak bir sıcak bir soğuk,acaba ne giysem duygusu,hele minicik bir bavulla gitmişseniz,buyrun suyundan da koyun muhabbeti...Öğlen evdeki yemeği deyerlendirip dışarıya çıkışı erteledim.Akşam öğleden sonra Ayşenin patronu(Merih Bey,dünya tatlısı bir insan,zeki,esprili ve sevecen)toplantı için Belgraddan gelmiş,pazar gününe kadar Tiranda kalacakmış,akşam,toplantıları bitince gelip beni aldılar,kentin dışında,bira fabrikasının orada bir yere gittik.Güzel bir yer,yine ağaçlar,çiçekler ve bolca vakit...Burda kimsenin acelesi yok,oturuyorsunuz hemen menü,servis geliyor,bekleme başlıyor...Epey sonra garson gelip istekleri alıyor,yine bekleme...Önce içecekler,yemek yok,bekle bakalım...yemekler geldi,ayrıca su istedik,ne acelen var bekle...Herkes hayatından memnun,sanki bir bizim acelemiz var.Garsonların masdaları ayrı imiş,okey,birbirlerinin masasına bakmıyorlar,ama arkadaşlarına haber de iletmiyorlar...İlaç alıcam,su lazım,bizim garsonu yollayıver,ya da acilen bir su veriver,aaaa sanki hepsi bir anda sağır oldu,hiç duymuyorlar...Bütün bunlar bir yana yediğimiz her şey çok lezzetliydi,inanılmaz bolluktaydı,obez olmak işten bile değil burada...Akşam eve döndük ertesi günün pilanını yapmak ve kahve konyak içmek için...Ağırlık yapmasın diye kitap taşımamıştım,gece yatakta sorun yaşarım diye düşünüyordum,dün çok yorgun ve uykusuzdum,küt diye uyumuştum.Bu gece korkutuyordu beni yolda aldığım perşembe gününün Cumhuriyet gazetesi imdadıma yetişti,iki satır okuyup uyudum.

Monday, May 24, 2010

İSTANBUL'dan ÇIKTIM YOLA

Çarşamba gecesi,erken yatmaya karar vermiştim.Sözümü tuttum ve ikide yattım(genelde üç dört arası yatarım)yalnız hesaba katmadığım,saatin dörde kurulu olduğuydu.Telefonun sesi beynimde boza pişirince,deli gibi fırlayıp,sıcak suyun altına attım kendimi,uyanıncaya kadar da çıkmadım.Her şeyim hazırdı,Kikiriği dün annesinin evine,yani güzel torunumun ve onun kedilerinin şefkatli kollarına bırakıp,bavulumu da hazırlamıştım.

Güzel güzel giyinip,kahvaltımı yaptım.Her zamanki gibi kırkbeş dakika önceden hazır olup,dakika saymaya başladım.Benim canım Sibelim ben seni götürürüm,dönüşte de B.C.B.e giderim,trafik problemi olmadığı için,rahatça gideriz,işe de yetişirim dedi.B.C.B.nin açılımı Beynelmilel Cevizli Biber olup,kafa karışıklığı olmasın diye de lüzumsuz yere açıklama yapılmıştır.Özürlerimin kabulü ricasıyla büyüklerin ellerinden,küçüklerin gözlerinden öperim.

Neyse kırk beş dakika iki saatte geçtikten sonra,Sibelim beşte geldi,yola çıktık,İstanbul o saatlerde ne kadar güzel anlatamam.Tan yeri ağarırken,büyülü bir ışık oluyor,kentin çapraşıklığını gözlerden uzak tutup,romantik güzelliğini vurguluyor.Neticede hava alanına gelip,işlerimi çabucak bitirip,kahve içmek ve birşeyler atıştırmak için (Sibelim kahvaltı yapmamıştı her zaman ki gibi),bir yere oturduk.Yolunuz meydana düşerse,kahve için ama; kekti,sandviçti gibi şeyler sakın ola yemeyin,benden söylemesi,iki lokmadan sonra bıraktığımız bir dilim kek ve sandviçe avuç dolusu para ödedik.Neyse ki kahveleri içebildik.Öpüşüp ayrıldık ve benim yolculuğum başladı.Biliyorsunuz ki şu an Ayşe işte ama akşama beraberiz.Bu demektir ki yol boyu çektiğim,güzel dağlar,bulutlar,Tiranın yukardan görünüşü ve niye çekildiği bir türlü çözülemeyen fotoğraflarımı yazının aralarına serpiştirebileceğim.Bundan sonra da umarım,kendi başıma altından kalkabilirim,fotoğraf derdim biter.

Veeee geldiiiim,her zamanki gibi uçaktan en son inip,alan otobüsüne bindim,bavulunu en son alan bendim,alandan içeriye girmeden gördüğüm,uzak dağları,önündeki ağaçlığıve pisti fotoğrafladı m.İyiki elime bir fotoğraf makinesi geçmiş,daha önceleri ne yapıyordum,inanın ki hiç hatırlamıyorum.Şimdi,neredeyse adım başı,ve her yerin,her şeyin,herkesin(neredeyse)görüntüsünü kaydediyorum.Bir kısmı çok kötü,bir kısmı eh idare eder,azıcık bir kısmı da güzel,neredeyse yok denecek kadarı çok güzel...Ben hala ısrarla fotoğraf çekiyorum ve galiba da hep çekeceğim...Resim yapmaktan daha çok sevdim,her zaman resim yapamıyorum,hani yerim dar,yenim dar örneğindeki gibi...Ayşeciğim,(esas ismi Çiğdemdir) biz bebekliğinden bu yana göbek ismi olan Ayşeyi kullanırız,nedendir bilinmez...Ayşe çok kolay,çok sıcak ve sevilen bir isimdir ama Çiğdemde olağan üstü güzellikte bir çiçektir,söylerken de dudakların biçimi çok güzelleşir,inanmıyorsanız,ayna karşısında deneyin...

Lafı çok uzattım,beni karşıladı,yola çıktık,neredeyse üç adımda bir,ufakta olsa park,ya da benzeri ağaçlık var,birden bire güzelim İstanbulumuza çok üzüldüm.Ne kadar azaldı,ağaçlık alanlarımız,birazcık uygun bir ağaçlık gördükleri yerde site,A.V.M. ve cami yapacağız diye tutturan belediyelerimiz var allaha şükür...Onların sayesinda çok yakında benim fotoğraflarım çok işe yarayacak,neden mi,çünkü çocuklarımıza okullarda benimkiler,gösterilerek,bakın çocuklar,işte ağaç budur,bir kısmı gölgelik,bir kısmı oksijen deposu,bir kısmı vitamin kaynağı meyveler verirdi.Artık medeni bir toplum olduğumuz için onlara ihtiyacımız yok,maskelerimizle oksijen,laboratuarlarda vitamın ve tentelerle de gölgelik ihtiyacımızı gideriyoruz,yarına bu dersi ezberleyip gelin,diyecekler...Yine dağıttım konuyu ve ortalığı değil mi?Yaşıma verin,giderek daha geveze oluyorum.Evi şehrin göbeğinde sanki,bavulumu bırakıp,pizzacıya gittik,yollar düzenli gibi görünüyor,fakat genellikle evlerin düzeni,sanki bir avlunun etrafına toplanmış gibi,çevresinde tuhaf kıvrılmalar yapıyorsun,bana biraz karışık geldi.Yemekten sonra Ayşe beni eve bıraktı,işe gitti,iki saat kadar uyudum,balkondan görünen,görünmeyen her yerin fotoğraflarını çektim.
Ayşe bana T.V.de V.H.1 ı açmıştı,çılgın müzikler dinledim,çikolata ve çikolatalı bisküviler yedim,biraz face e baktım,Ayşe gelince yemek yiyip yattık.İkimiz de dökülüyorduk...Perşembe günü böylece bitti,Cuma ve cumartesi gününü yarın yazmayı düşünüyorum,şimdi yemek yiyip,dolaşmıya çıkacağım,yalnız başıma,kaybolmadan dönebilmeyi düşünüyorum...Tabi ki yağmur yağmazsa,burada her an ve her şekilde yağmur yağabilir,şu an,çok sıcak ve güneşli,biraz sonra hava kararmış ve yağdım yağıcam diyen bir yağmur,beş dakika sonra buharlar fışkıran ağustos sıcağı...Buradaki hava ikizler burcu gibi yanar,döner...

Monday, May 17, 2010

BELKİ BİR GÜN

Dünden beri uğraşıyorum,resimli bir yazıyı beceremedim yine...yazı başka bir yere,resim başka bir yere gitti herhalde...Güle güle gitsinler ne yapabilirim ki?Şimdi bir daha deneyip,sonra da bu işi Tiran'a bırakacağım.Aaaa,tabi size daha haber vermedim,ben perşembe günü,Arnavutluğa,küçük kızım Ayşe Çiğdemin yanına uçuyorum.Bugünlerde bir haftalık tatilim var,değerlendirmek lazım.Zaten 30 mayıs Ayşemin yaş günü,yanında olmak güzel bir duygu...

Sunday, May 16, 2010

BİR BAŞKA B.C.B.


Geçenlerde,Annem dizisinde tanıştığım ve çok iyi arkadaş olduğum Emel Göksuyla buluşup gitmiştik,Cevizli Bibere...Şimdi Ankarada o, İstanbula gelince yine buluşup beraber olacağız,burada da bir evi var artık...O gün de çok güzeldi,yemek ve tatlıları beyendi,uzun uzun sohbet ettik,Sibelin bir dergide hikayesi basılmıştı,onu okuduk ikimizde beyendik ve çok mutlu olduk.O günden bir resmimiz var,bakalım tek başıma becerebilecek miyim. Eveeet ACA yardım etti,aferin bana,be cer dim!

BEYNELMİLEL CEVİZLİ BİBER

Bu sabah kahvaltımı yeni bitirmiştim ki,yeni adıyla Qunegond aradı.Benimle gelir misin diye,gelmez miyim?Alelacele sofradan kalktım,almam gereken ilaçları ayarlayıp,giyindim,yirmi dakika sonra hazırdım.Pazar sabahı,yollar bomboş,herkes sabah keyfi yaparken,biz de güzel bir yol keyfi yaptık.Ayşe (Erol Günaydının kızı)çoktan gelmiş,iki masayı dışarı çıkarmış,çayı demlemiş,kahvaltı yapıyor.Ben kahvaltı yapmıştım,ama,çocukların yaptığı turtaya dayanılır mı?Aç gibi yedim,oooh afiyet olsun yarasın!Oturmayı sevmediğimi anlamışsınızdır,biraz sonra kalk dürtükleri başladı...Ben biraz yürüyüş yapacağım dedim,Cihangirden Taksime oradan Tünele ve sonra Kuledibine kadar yürüdüm,tekrar geri döndüm.Bu arada gençken oturduğum sokaklara (az buz değil,o sokaklar) girdim çıktım.Dönüşte yorulmuş ve tabiki acıkmıştım.İnanılmaz bir krep yedim.Krep nasıl inanılmaz olur derseniz,Cevizli Biberde olur derim.Merak edenler yolları o tarafa düşünce,bir uğrayıp ANNECİKin yediği krepten istiyorum desinler, inanılmaz olup olmadığına kendileri karar versinler.Yemekten sonra bir süre daha oturup bu seferde,Cihangirde kurulan PAZ-ART a gideyim dedim.Set üstünde,deniz derya ayak altında bir yere kuruluyor pazar,merdivenleri gözüm kesmedi,yokuştan indim giderken,yine de merdiven vardı yolun sonunda ve yokuşta kayıyordu.Gittiğime deydi,sanatçı arkadaşlar çok güzel ürünler sergiliyorlardı,hepsini çok beyendim,Sibelime (yani qunegond) bir kitap aldım,o kitap kurdu biliyorsunuz.Birde klasik müzik dinletisi hazırlıkları vardı pazarda,içim gitti ama çok yorulmuştum,çimenlerden başka oturacak yer yoktu,ben bacağım yüzünden öyle yerlerde oturamıyorum,maalesef dinleyemeden dönmek zorunda kaldım.İyikide öyle yapmışım,yolumu değiştirdim,o yokuşta kaymamak için,karşıma bir merdiven çıktı,belki milyon basamaklı (azıcık abarttım)dinlene dinlene çıktım,sokakları karıştırdım,B.C.B.e geldiğimde yorgunluktan dizlerim titriyordu...Tabiki çocuklara hiç çaktırmadım,nasıl kızarlardı düşünebiliyor musunuz?Neşeli bir yüzle girip,yoruldum,biraz dinlenim,bir tatlı yer sonra eve dönerim dedim.Sonra portakal reçelli ve bitter çikolata soslu bir pan kek yedim...Böylece acaip dinlendim ve kuvvetlenip mutlu oldum..Tabi ki tartıdan uzak durmam lazım,kimbilir bu günün kilo bilançosu nedir?

Sunday, May 9, 2010

GÜZEL BİR GÜN

Bence bütün günler güzeldir.Ama o gün gerçekten güzeldi.Sabah kahvaltımı yaptım ve Tuncay'a gittim.Beni her zaman ki gibi kapıda karşılamadı PEMBE,kapının arkasında şikayet etti durdu...Kapı açılınca sebebi belli oldu,Tuncay telefonla konuşuyormuş,kapıyı geç açtı,ben bekledim,ama pembe beklemedi Tuncayın başının etini yedi...Pembe Tuncayın köpeğidir,daha doğrusu kızıdır.Çok akıllı çok güzel ve çok sevecen bir dişi...Bu yazıya,öğrenebildimse eğer,onların fotoğraflarını koyacağım...Bakalım!...Pembe bütün kedilerle dost,herkesi seviyor,



r,herkesi öpüyor,hiç kimseye hırladığını,ya da diş gösterdiğini görmedim.Şimdi bu araya fotoğraf koymam lazım,deneyelim...Resmi kulağından tutup,buraya taşıdım,gelmemiş,inat ediyor.Aslında taşınan resmi gördüm,nereye gitti belli değil,kafayı yiyeceğim...Durun durun becerdim,itiraf edeyim,ACA dan telefonla yardım aldım...Pembe ve Tuncayın iki fotoğrafı daha var,artık onları başka bir yazıya eklerim...Kafaya takma huyum vardır,o yüzden,halledinceye kadar perişan oldum.Sonra Çiğdem de geldi,yola çıktık Mecidiyeköyden Arda yı alıp doğru Tekirdağa gittik.Yolda çok gülüp eyleniyoruz,güzel bir ekibiz biz...Tekirdağda yine köfte yedik,tiyatroya gittik,Belediye tesislerinde biraz dinlenip,orada ki arkadaşlarla sohbet ettik,dekor kuruldu,her şey hazır oldu...Matine,suare,oyundan sonra belediye başkanı,savcı bey,komutan ve diğer arkadaşlar,hanımları,güzel bir sohbet ve yine yolculuk...Sonunda İstanbul ve evlerimiz...Gerçekten güzel bir gün değil mi? siz ne dersiniz böyle bir güne...

ÖĞRENMENİN SONU YOK

Gerçekten öğrenmenin sonu yok.Bu gün galiba resim aktarma işini yapabileceğim.ACA mın bana Arnavutluktan yolladığı bonzai nin fotoğrafını başarıyla gönderdim.Kime mi,tabi ki ACA ma...

Wednesday, May 5, 2010

TEMBEL TENEKELİK

Kimse üzerine alınmasın,kendimden bahsediyorum,her şeye yetişiyorum,çalışıyorum,evimi toparlıyorum,yürüyorum,Beynelmilel Cevizli Bibere gidiyorum,alış verişimi kendim yapıyorum,sudokular ve Cumhuriyetin bilmecelerini çözüyorum,daha aklıma gelmeyen bir yığın şey yapıyorum...Evet face de geziniyorum,maillerime bakıyorum,herkese laf yetiştiriyorum...Sıra bloga gelince,bir tembellik,bir tembellik,anlaşılır gibi değil...Sebebini bir türlü çözemedim,yazmak çok hoşuma gidiyor,keyif alıyorum,başlayınca inanın,hemen hemen hiç düşünmeden,su gibi akıyor,elimin altından kelimeler...O yüzden çoğu zaman da yanlışlıklar yapıyorum...ünkü arkamdan atlı kovalıyormuşcasına yazıyorum...Peki,niye şu blogu açıp ta başına bir türlü oturamıyorum?Bu konuda sizin aklınıza bir şeyler geliyorsa,bana söylerseniz çok ama çok sevineceğim...Çünkü ben bir neden bulamadım...Şimdiden,sebep bulacaklara teşekkür eder,küçüklerin gözlerinden,büyüklerin ellerinden öperim...Sevgiler ve saygılarla...