Wednesday, June 30, 2010

İKİ HAFTA İKİ ADA

Geçen hafta Büyük Adaya arkadaşıma gittim.Arkadaşımı tanırsınız hepiniz,tiyatro oyuncusudur Meriç Başaran .O da hem sinema hem de dizilerde çok güzel roller oynamış,sanat tarihine ismini yazdırmıştır...Ferhan Şensoyun kurduğu Orta Oyuncular'da ve Tuncay Özinel Tiyatrosunda beraberdik ve dostluğumuz büyüyerek devam

ediyor.İlk resim Meriç'in bahçesinden görünen






Nizam Caddesi,seçebilirseniz payton geçiyordu ben resmi çekerken... Bir süre bahçede oturup lafladık,daha sonra sağda gördüğünüz çay bahçesine gittik,adanın o güzelim eşekleriyle tanıştık,onlarca fotoğraf çektim,Feliksle oynadık,çok mutluydu.(Feliks Meriçin köpeği)harika bir kız,çok sevecen,çok kuvvetli ama o denli kibar ve yumuşak davranışlı...Ama kazara Meriçe sataşıcak birine ne yapar bilemem ve onun yerinde olmak istemem doğrusu...Akşam üstü dönmek niyetindeydim,ada ve Meriçle beraberlik o kadar güzeldi ki akşam yemeğini de beraber geçirelim dedik ve dediğimizi yaptık.Diğer iki resim o yemekte çekildi,Feliks Meriçin elinden pilav yiyor,minicik bir serçe,bizim gibi karşı sahili seyrediyor.




Her güzel gün gibi o gün de bitti,akşam alacasında son resimleri
çekip,son yudumları içip,paytona atladığımız gibi iskeleye indik,ben vapura Meriç evine...

O hafta Tirandan ACA geldi,buradaki ofiste çalıştı,hafta sonu Ankaradan bir arkadaşı da bize misafir oldu.Pazar günü hep birlikte Heybeli Adaya gittik.Piknik yerine gittiğimizde ilk gördüğümüz yat yarışları oldu.Büyüteçle! bakarsanız görebilirsiniz
Hemen alana yerleşildi,oyunlar oynandı,resimler çekildi.biz salata

malzemesi ve ton balığı,meyve gibi pratik şeyler getirmiştik.
Bazı insanlar çeşitli etler getirmişler,kiralık mangallar vardı,onları yaktılar,ortalığı dumana boğdular.Çocuklarımla beraber olucam diye sevinirken,çoğu zaman biraz uzaktaki kafede oturmak zorunda kaldım.Annem dizisinden bana ufak bir hatıra kaldı.O büyük yangın sahnesinden beri en ufak bir duman ve yanık kokusu bile beni perişan ediyor.,sanki boğazım ve ses tellerim yırtılıyor,o denli acıyor...Her şeye rağmen çok güzel bir gündü.çok geç saatlere kadar oturduk,yürüdük, çocuklar bısikletle ben paytonla tur yaptık






Bizim aile soldan sağa Qunegond,Ayşen,ACA,Kiki,Se Se
,fotoğrafçı da bendeniz cennet kuşu...


Martılar,güvercinler ve serçeler,ayaklarımızın arasında dolaşıyorlar
İnsanlara o kadar alışmışlar,neredeyse gelip elimizden yiyecekler,

çok güzeller...


Akşam Ayşen ve ben yürüyerek iskeleye indik,çocuklar,kiralık bısikletleriyle ...Yolda gördüğüm o güzelim konaklardan biri...


Antalya,daha doğrusu güney gibi her yer begonvil...Adalara bayılıyorum...

Konağın yanındaki dev bir Manolya...



Sonunda Heybeliden de motorla ayrılıp evlerimize dönüyorduk ki... Güneşi batırdık...

Çok resim çektik...Çok keyiflendik...Çok güzel bir pazar geçirdik...

Darısı diğer hafta sonlarının başına...







Bu yazılar beni çok diri tutuyor,tüm yaşlılara tavsiye ederim,hem beynimi,hem duygularımı çalıştırıyor.Son zamanlarda bozulan türkçemiz de beni etkilemeye uğraşmaktan vaz geçiyor.
Aslını ararsanız,zaman zaman bayağı merak ediyorum.Benim türkçem de bozulmaya başladı mı,ben mi farketmiyorum,panik yaşıyabilirim yani...Neyse...Bu kadar...Şimdilik yani...







Monday, June 21, 2010

BULUTLAR ve BULUTLARI SEVENLER

Ben oldum olası bulutları severim.Fotoğraf makinem olmadan evvel,cep telefonuyla bile onlarca gökyüzü fotoğrafı çektim...
Bunların bir kısmını ben bile görmek istemem,o kadar kötü...

Koyduklarım,
fotoğraf makinesi ile çekilenler,bir kısmı Alanya,biraz Arnavutluk ve üsttekiler de İstanbul bulutları...Tabi ki güzel gökyüzümüz her yerde aynı gökyüzü...Ülkeler,kentler,manzaralar değişiyor ama gökyüzü değişmiyor...Zaten her saniye değil her salisede değişiyor.o yüzden belki de gökyüzünü seyretmekten hiç sıkılmam.Herkes benim gibimidir,bilemem ama eminim benim gibi olanlar da vardır.Büyük bir ihtimalle de bizler çoğunlukta olabiliriz.Ne dersiniz?Bu gün bu yazı

nereden aklına geldi diyebilirsiniz.Dilimin

döndüğü kadar açıklıyayım.Sabahtan acaip bir
koşuşturmam vardı
Eve gelip biraz dinlendikten sonra,interneti açtım.İlhan Selçuğun ölüm haberini okudum,haberi okuduğum arkadaşın yazısına (Nur içinde yatsın,bulutların arasından,çok sevdiği ülkesine nurlar yağdırsın ) diye not yazdım
Sonradan, ne çok İNSAN gibi İNSAN ımızı bulutların arasına yolladığımızı düşündüm.İşte bu yazı da böylece buradaki yerini aldı...
Bulutlara bakarken çoğu zaman bir şeylere ya da birilerine benzetiriz,daha çok da birilerine benzetiriz...Bu bizim romantikliğimizden midir,yoksa bulutların hikmetinden midir,ben bilemem...Bu konuda benim gibi düşünenler var mı,onu da bilmiyorum...Eminim ki vardır,yoksa bu güzelim bulutlar boşu boşuna koşuşturmuyorlar ya gök yüzünde,değil mi ama...

Friday, June 18, 2010

YANLIŞLIKLAR ÜZERİNE VARYASYONLAR

Ben bugün bir öz eleştiri yazmayı düşündüm.Bakalım altından kalkabilecek miyim?Her şeyden önce,inanılmaz bir aceleciğim var,şöyle ki bazı durumlarda alabildiğine yavaşım.Bazı durumlarda da inanılmaz bir acelem var.Yapmayı düşündüğüm,binlerce şey,benim keyfimi bekliyor.Aldığım ilginç kumaşlar mesela,aklımda modelleri bile hazır,ne zaman dikmeyi düşünsem,yarına erteliyorum.Evde çanta olmak üzere bekleyen,hatta sabırsızlanan kumaş parçaları,şort yapılmış pantalonların paçaları,bazı süetler,resim yapmamı bekleyen defterler,karton parçaları,tuval yerine geçeceğini düşündüğüm acaip artıklar,bu saydıklarım ve inanın ki çok daha fazlası,zamanlarının gelmesini bekliyorlar...
Şimdi diğer tarafa,yani aceleciliğime gelelim.İşe gideceğim,ya da biriyle buluşacağım,iki saat evvel hazırlığa başlarım.çünkü ben beklemeyi sevmediğim için bekletmem.Bunun neresi acelecilik diyebilirsiniz,yirmi dakika banyo,yirmi beş dakika gazete okuyarak kahvaltı,on dakika giyinmek.Yani ben elli beş dakikada hâzır ve nâzırım.Sonra bir saat on dakika bekle,sıkıntıdan öl,geber...Peki be allahın kulu zamanın var,niye her şeyi alel acele yapıyorsun,doğru dürüst gazete okuyup keyifle kahvaltını yapsana,rahat rahat giyinsene...Bu kapıdan alınacağım bir durumdu,bir de dışarda buluşmalar var...Onlar daha korkunç,on beş dakikalık yol için(ne olur,ne olmaz diyip)kırk beş dakika daha erken kalkıyorum yataktan,rutini tamamlayıp yola çıkıyorum.Tabi ki koştura koştura randevu yerine gidip,en az yarım saat bazen çok daha fazla bekliyorum.Yavaş yavaş hazırlansam,otobüse koşturmasam,duraktan buluşma yerine kadar normal adımlarla yürüyüp,nefes nefese kalmasam,iyi olmaz mı?
Bloga yazı yazıyorum diyelim,önce resimler konacak,daha düşünmeden resim koymaya başlıyorum,ilk resimlerden sonra,arkasına ne koysam diye,her halde iki saniye düşünüyorum,neyse yazıya başlıyorum.Resim üstüne yazamıyorum,onu daha beceremedim,yanından başlıyacağım yazmıya.Aaa o da nesi,ben resmi sağa koymamış mıydım.Peki öyle olsun,ikinci resim de yanlış yerde,yeter ama artık,bu sefer de arada çok boşluk kalıyor.Buna inanamıyorum,aynı resmi iki kere koymuşum,bu kadarı da olmaz yani...Neyse bu seferlik böyle olsun,bitirelim bakalım yazıyı...Şimdi ön izlemeyle bakalım nasıl olmuş,eh çok kötü değil,acemi işi olacak o kadar hata...
Yazıyı kaydettik,aferin bana...Şimdi acele etmeden güzel güzel oku bakalım ANNECİK ne yapmışsın?Ne yapmamışım,daha doğru bir soru olurdu.Aceleciliğimden,dikkat etmeyip,yukarda yazdığım bütün hataları yapmışım,hepsini de yazı yayınlandıktan sonra görmüşüm...Yaaa olacak iş mi bu...
Saat gecenin ikisi,çok geç kaldım,daha kitap okunacak,yarın erkence kalkılacak,çünkü biraz ev işleri var,bir süredir,yarın yaparım diye ertelediğim işler,artık zamanı geldi,yapalım kurtulalım bu işlerden...İyi geceler,sevgiler...Benim gibi olmayın sakın,tamam mı?

Friday, June 11, 2010

ZAMAN ve MEKAN

Sene 1961 yaz başlangıcı,Atlas Sinemasında Haldun Dormenin sahneye koyduğu Sokak Kızı İrma oynanıyor.Daha evvel İstiklal caddesinde değişik tiyatrolara gitmiştim.Sinemanın büyük sahnesinde,filmini gördümüz bir müzikal?İnanılır gibi değildi,benim için bir ilkti,zannedersem pek çok insan da aynı şeyi söyleyecektir,sorsanız.Aynı senenin sonbaharında,Hürriyet Gazetesinde Dormen Tiyatrosuna kursiyer alınacağına dair,bir yazı okudum.Bu arada yirmi yaşımdan beri Cumhuriyet Gazetesi okuduğumu söyleyebilirim.Hürriyeti,vapurda biri bırakmıştı,okumak için almıştım bende.Zaman böyle bir şey,bir önceki,ya da bir sonraki vapura binebilirdim,Mekan derseniz,vapurun alt kamarasına değil,üst balkona oturmuştum...
Sağdaki fotoğraf,Atlas Sinmasının bu günkü hali...

İlanı okuyunca doğru Tiyatroya gittim,ertesi gün sabah sabah,Haldun Bey bilmediğim bir teksten bir pasaj okuttu,bazı şeyler sordu ve ben kursa alındım.O sene iki oyun ve imrendiğim gibi bir müzikalde oynadım.Hepimiz Pariste,Şairin
Mektupları ve Pasifik Şarkısı...Veee Tiyatro hayatım devam etti...Aynı sene yaz başında bir de sinema filminde oynadım.Ateşli Kan böylece sinemaya da başlamış oldum.Biraz öz geçmiş gibi oldu ama kusura bakmayın-

.Arnavutluğa gitmeden önce İstiklal caddesinde dolaşırken eski mekanların yeni fotoğraflarını çekmiştim.Bu yazı oradan doğdu...
Altmışlı yılların sonu ve yetmişli yılların başı,Alkazar Sinemasını Tiyatro olarak değerlendirmiş olan Ayfer Feray Tiyatrosunda Yedi Kocalı Hürmüz oyunu.Yukardaki fotoğraf ,girişte kapının üzerinda duruyordu.Benim yanımda Ayfer Feray,Alev Sururi ve Kamuran Usluer vardı,oyun bittikten sonra resimlerimizi ayırıp bizlere verdiler,ne güzel bir hareket değil mi?Şimdi tekrar sinema olan Alkazar tamamen kapanmış,kimbilir yerine ne yapıcaklardır?Sağdaki fotoğraf Alkazarın şimdiki görüntüsü...



Diğer fotoğrafların hepsi Ses Tiyatrosu girişi...


Ses Haldun Dormenin,Altmış iki altmış üç se
zonunda restore ederek İstanbula ve İstiklal caddesine kazandırdığı,muhteşem bir mekandı.Zaman zaman o tiyatroda da değişik rollerde oynadım...









Seneler sonra aynı mekanı,tekrar restore eden Ferhan Şensoy Tiyatrosu oradadır ve umarım,uzun yıllar da orada kalır...Bu sıralarda tekrar restore edilecek,diye ilanlar asarak,mekandaki dükkanları boşaltarak,bir şeyler yapıyorlar...Anlayabilmiş değilim ben,Tiyatro kapısı bile pasajın içlerine çekilmiş,görülse de olur görülmese daha iyi olur anlamında bir şeyler yapılmış,Ellili yıllardan gelen İnci Pastanesi(profitirolu olağan üstüdür,başka hiç bir yerde öylesini yiyemezsiniz)İmza Kampanyası başlatmış,netice alınabilecek gibi durmuyor.






Evet zaman değişkendir,mekan da değişkendir,dolayısiyle kentler de değişkendir...Ama,Tiyatro,Sinema,

Opera binası,okullar,hastaneler,şu an aklıma gelmeyen bazı mekanlar,gerçekten sağlamlaştırılır...


Ama restore edeceğiz,diyip te kökten yıkılmazlar ,binayı yıkmasalar bile,mekanların içi değişiyor.O büyük görkemli salonlar,sahneler gidiyor,yerine küçük küçük çok sayıda sinema ve tiyatro salonları yapılıyor.Bence Sinema da Tiyatroda ve hele Opera büyük ve ihtişamlı

mekanlarda,daha keyifle seyrediliyor.


Veeee,biz oyuncular da gerçekten huşu duyuyoruz,o salonlarda...Ben yeni den yeni likten tarafım daima...Ama yurt dışındaki o binaları ve içlerini(internette bile olsa)görünce kıskanıyorum ve üzülüyorum.Ellili, altmışlı,yetmişli yıllarda olan Tiyatro,sinema,opera,konser salonları yok artık,olanlar da yavaş yavaş ufaltılarak yok ediliyor...Sayısı çoğaldı deniyor ama ne girdiğiniz zaman göz kamaştıran bir mekan ne de o mekanları dolduran insan kalabalığı yok ...Zaman derseniz,inanılmaz bir hızla tükeniyor,yarın giderim demiştim,bir baktım ki bir ay geçmiş üstünden,gibi anlamsız söylemlerle geçiyor...Zaman yetmiyor diyenlerden biri de benim...Bu yazı çoook uzun oldu,sıkılmadan okursunuz umarım,sevgiler...Daha iyi,çok daha iyi yarınlara...

Wednesday, June 9, 2010

KUŞLAR ve BİZ

Kuşlar gökyüzünde uçarken,olağan üstü ve erişilmez bir güzellik olarak,içimizde müthiş duygular üretir.Ya da bana öyle geliyor.Belki de uçmayı çok sevdiğim içindir bu duygum,hatta içinde birazcık kıskançlık bile var galiba...Uzaktan uzağa konuşurum onlarla,oralarda havalar nasıl,buraları nasıl görünüyor diye...Geçen sene Modanın denizden uzaklaşan bir caddesinde,yol kenarına park etmiş arabalardan birinin üstünde,bir martı vardı.Önce çok şaşırdım,sonra şaşırmama şaşırdım.Denizlerimizi kirlettik,balıklarımız çoook azaldı,martılar karnını nasıl doyuracak?Onlar da doğal olarak gökyüzünden denizlere değil,bizim yaşadığımız yerlere konmaya başladılar.Genellikle bahçelere ve çöp tenekeleri yakınlarına...Ama benim gördüğüm martı,insanlara merak sardırmış anlaşılan,önce yanında durup seyrettim,sonra onunla konuşmaya başladım...

İnanın bana lütfen,önce bana baktı,


gözlerindeki ifade değişti sonra,sanki
beni dinliyordu.Ona gökyüzünü ne çok sevdiğimi,onunla arkadaş olmak istediğimi,bulutların arasında olmanın nasıl bir duygu olduğunu merak ettiğimi söyledim.Sanki büyük bir heyecanla beni dinliyordu.

Birden dikkatim dağıldı,sebebi yanımızdan gelip geçenlerdi.Bir kısmı merakla,bir kısmı hafif korkuyla,bir kısmı dalga geçerek ve bir ikiside sevgiyle bakıyorlardı.Eminim ki,sonuncular hariç,hepside beni deli yerine koydular,bu güzel yaratıklarla iletişim kurmanın ne muhteşem bir şey oduğunu bilmiyorlar...Yer yüzündeki tüm yaratıklar arasında en duygusuz,en iletişimsiz ve gerçek sevgiyi bilmeyen,yalnızca bizleriz galiba...Yalnızca BİZ diye kasım kasım kasılıyoruz,bizden büyük hiç bir şey YOK...


Aslında resimlerdeki kuşları yazıcaktım,ilk resimdeki martı,bir kaç gün pencereme geldi camı tıklattı.Altıncı katta oturuyorum ve kiracıyım,alt katlardaki camlar kirlenir,insanlar bozulabilir,huzurum kaçar,evden çıkmak zorunda kalabilirim diye,martının isteğini anlamazdan geldim.(aslında hayatım boyunca,çok daha basit sebeplerle,ev taşıdım.Artık yaşlandım galiba.birde ev ve evin yeri çok uygun bana,taşınmak istemiyorum.)Ama sonunda dayanayıp ekmek doğradım,evde çavdarlı ve beyaz ekmek vardı ikisinden de doğradım.Benim ekmek koymamı bekliyormuş,hemen geldi o daracık mermer parçasında önce çavdarlılara yöneldi,derken bir kaç martı daha geldi,itiş kakış ekmekleri yediler.Sonunda benim martı kaldı ,o arada makine yakınımda olmadığı için martıların resmini çekememiştim.Sonra baktım benimki gitmiyor,aldım çantamdan ve onun bir kaç güzel fotoğrafını çektim.şimdi arkadaşız,ne zaman gelse ekmek veriyorum,bazı günler arkadaşları da geliyor...


Minik güvercine gelince,Tirandaki ilk günlerde ACA nın balkonunda kahvaltı yaparken tanıştık,bu senenin yavrusu herhalde küçücük bir şey,çok ta sempatik ve korkusuz burnumun dibinde dolaştı durdu.Kaçırırım korkusuyla yerimden kımıldamadım.Ertesi günden itibaren kahvaltımı hazırlarken ona da ekmek doğrayıp,balkonun kenarındaki mermere koydum,Tiranda balkonlar genelde duvarlı,parmaklıklı yerleri ya yok ya da çok az,çünkü herkes oralara saksı diziyor.Benim bıdıkta her gün benimle beraber kahvaltı yaptı,onunlada konuştum...Derken bir gün ne göreyim,benimki balkon kapısından içeri girmiş mutfakta dolanıyor,çıt çıkarmadan seyrettim.çıktı gitti sonra...Eeee ben peşini bırakır mıyım ertesi günden itibaren fotoğraf makinesi yanımdan ayrılmadı ve yukardaki fotoğraflar çekildi...

Ben döndükten sonra arkadaşım güvercinin ne yaptığını bilemiyorum...


İnşaallah,keyfi yerindedir ve de büyümeye devam ediyordur,bir sonraki gidişimde belki de yeniden buluşuruz...Yanlışlıkla bu resmi iki kere yerleştirmişim,silemedim,Çok kötü bir resim değil,göz zevkinizi bozmaz diye umuyorum.Neyse yavaş yavaş,hatta çok yavaş,öğreniyorum bu işi...Görüşürüz,sevgiler...






Monday, June 7, 2010

TİRAN MACERALARI (30,31 MAYIS GÜNLERİ)

Yirmi dokuz Mayısı otuz Mayısa bağlayan gece,mehtap çok güzeldi,hava biraz bulutluydu.Ay dedemizin fotoğrafını çekmek çok zor,elin hiç titrememesi lazımmış,hatta makineyi sabitleyen bir alet de varmış.Ama ben ilkel bir şekilde çektim,size gösterebilmek için,artık bu kadarla idare edin.Benden bu kadar,gerisi sizin hayal gücünüzde...


Sabah saatle değil,keyifle kalktık,güzelce kahvaltımızı yapıp,alış verişe çıktık.Cadde cadde,sokak sokak gezdik.ACA da bende bolca fotoğraf çektik,ara sıra yağmur atıştırıyordu,hava sıcaktı...


Bu resimler o gezintiden,ufak tefek bir şeyler aldık.ACA nın yaş
günü hediyesini de aldık tabi ki...Üniversitenin önünden geçtik.Arnavutlukta okumaya çok önem veriyorlarmış,konuştuğumuz gençler söylediler.özel üniversiteler,devlet üniversitesi,ayrıca okutmak için Türkiye ye de öğrenci yollamak,onlara burs vermek varmış.Gençlerin önünün böyle açılması ve onlara bu kadar değer verilmesi benim çok hoşuma gitti doğrusu...




Küçük çocuklar da unutulmamış,her parkta oyun ve oyuncak köşeleri var,bir meydan da da minicik yarış arabaları ve yarış pisti vardı,çocukların kahkahalarını duymalıydınız...

Küçük iki tiyatro binası,büyük,eski ve güzel bir opera binası vardı,dolaştığımız yerlerde,gündüz olduğu için herhalde kapalıydılar,zamanımız da azalıyordu,içlerini gezemedik.Bir dahaki yolculuğumda belki...




Öğle yemeğini yağmur altında bir kafe restoranda yedik,burda onlardan çok fazla var.Yemek yiyenler azınlıkta bir şeyler içenler çoğunlukta.Bence insanlar burada yemek yemiyor sadece likitle karın doyuruyor,çeşitli meyve suları,soda,bira ve şarap,kahve ve çay,ayrıca sularıda iki çeşit gazlı sular,gazsız sular...






Tirandaki binalarda çok farklı,hem çok eskiler,yeni binalar genellikle kent dışında,hemde rengarenk balkonlu ve duvarlılar,balkonlar genelde bahçe gibi,çiçek çiçek...İnsanın içi açılıyor,sokaklarda başka bir keyifle dolaşılıyor.Erkence eve dönüp,bavullarımızı hazırlayıp,yemeğimizi yerkende film seyrettik...





Sabahın en erken saatlerinde kalkıp,hava alanına yollandık.Ben İstanbula ACA Belgrada uçacağız.Çekinlerimizi hallettikten sonra kahvaltımızı alan da yaptık,bir iki fotoğraf da orada çektim.Benim uçağım önceydi,ACA dan ayrılıp,pasaportdan geçip yola düştüm.Uçakta iki pencere arası ve kanat üstündeydim ama yine de fotoğraf çekebildim.


İki tanesini de koyuyorum.








Dünkü yağışlı havanın aksine bugün güneşli ve güzel bir hava var.










Uçmayı gençliğimden beri çok severim.İlk defa yirmi yaşımdayken,eskinin ufacık uçaklarından biriyle Balıkesirden İstanbula uçmuştum.Harika bir şeydi uçmak,hele pilot kabinesindeysen...










Çok şanslı bir insanım ben,nedenini hala çözemedim ama,uçağımız havalandıktan bir dakika sonra hostes beni pilotların çağırdığını söyledi ve ben inişe kadar iki pilotun ortasında şaşkın ve mutlu,ağzı kulaklarında yolculuk yaptım.Sene bin dokuz yüz elli altı,belki de tek başına uçak yolculuğu yapan tek genç kız bendim...Bu güzel davetin sebebini hiç öğrenemedim...

Veeee Yeşilköy hava alanı,özlemişim İstanbulumu...Qunegondum karşıladı beni,onu da çoook özlemişim...Şimdi de ACA mı özlemeye başlıyorum...








Sunday, June 6, 2010

TİRAN MACERALARI (29 MAYIS CUMARTESİ)

Cumartesi sabahı çok erken kalktık,acele bir kahvaltı yapalım dedik ama o saatde hazır olan hiç bir yer bulamadık.Sonuçta börek ve çikolatalı kruvasan alıp yola çıktık.Şurda duralım,burda duralım derken gideceğimiz yere vardık.Kaleye çıkarken yine bir kafe bulamadık,aç bi ilaç kaleye geldik



Tam tepede inanılmaz bir mekan vardı,bir iki masa dört beş iskemle ve inanılmaz bir manzara çay ve kahve söyleyip,yanımızda getirdiklerimizi nihayet yedik.Sonra kalenin içindeki müzeye girdik.Girişte bizi heykel ve kabartmalardan oluşan güzel bir gurup karşıladı,sadece orada fotoğraf çekiliyordu.


Bende içerden dışarıyı,dışardan içeriyi,girişten azıcık görünen koridoru ve çevreyi çektim.






Müzenin içini merak ediyorsanız ,bizzat gidip görmelisiniz,Arnavutlukta hemen her kentte çok güzel ve sağlam kalmış bir kale var.










Kaleden sonra pazara gittik,

pazar dedikleri,hediyelik eşya satan ufak dükkanların olduğu bir iki sokak.
















Hediyelikler,hemen hemen bizdekiler gibi,boyun atkıları değişik el dokumaları,onlardan yapılmış bluz elbise ve etekler,çeşitli bebekler,kabartmalı tabaklar,yani aklınıza ne gelirse...Ben alacak bir şey bulamadım,laf aramızda bizimkiler çok daha güzel...Neyse çok güzel bir gün oldu.








Dönüşte hava bayağı kapatmıştı,yağmur geliyor dedik ama sadece sis oldu,fazla yoğun değildi.Güzel bir akşam yemeği yedik Tiranda evde biraz lak lak yaptık.










Fazla geç yatmayalım dedik,ertesi gün ACAnın doğum günüydü,biraz alış veriş yapıcaktık.Bizde hediyeler genellikle sürpriz olmaz,beraberce çıkarız,neye ihtiyacı varsa ya da neyi çok beyenmişse ,genellikle onu alırız.Bazen bir hediye olur bazen iki üç,sürprizleri hiç beklenmedik,kel alaka günlerde yapmayı çok severiz...O zaman sevinçler çoook büyük ve güzel oluyor...Hediyeyi alan da,veren de çok mutlu oluyor böylece...






Tavsiye edilir bir yöntemdir...Erkence yattık,sabah saat kurmadan keyifle kalkalım,keyifle kahvaltı yapıp,giyinip kendimizi sokağa atıp,güne güzel başlayalım dedik...Her kese,her gece,hep güzel rüyalar ve iyi uykular...